NAZIM HİKMET RUSYA’DA
Nazım Hikmet’in SSCB’ye gidişi ilginç bir hikayedir. 19 yaşındayken, 1921 Ocak ayında arkadaşı Vâlâ Nureddin ile Kurtuluş Savaşına katılmak üzere ailesinden habersiz Anadolu’ya geçti. İnebolu‘ya vardığında Anadolu halkının, özellikle köylünün çileli yaşayışını yakından gördü. Bu sırada Spartakistlerden (153) Sadık Ahi (Mehmet Eti) (154) adlı bir sosyalistle tanıştı ve ondan yeni fikirler öğrendi. Yedi günlük yaya yolculuk sonrasında Ankara’ya ulaştı. Cepheye gönderilmedi, Tedrisat-ı Taliye Müdürü Kâzım Nâmi’nin (Duru) yardımıyla 14 Haziran 1921’de Bolu Sultanisi kısm-ı iptidai muallimliğine atandı. Burada bir süre öğretmenlik yaptı, çevrenin tutucu olması nedeniyle zorlandı, hatta Milli Mücadeleye karşı padişahı destekleyen kişilerin düşmanlığını kazandı.
Ağustos 1921’de Bolu’dan ayrıldı. Düzce, Akçakoca, Zonguldak ve Trabzon’dan geçerek 30 Eylül’de Batum‘a ulaştı. Burada bir süre yaşadı, yolculuğunda kendisine eşlik eden Vâlâ Nureddin‘in (155) yanı sıra Batum’da tanıştığı Ahmet Cevat (Emre) ve Şevket Süreyya (Aydemir) ile Temmuz 1922’de Tiflis‘ten Moskova‘ya gitti. (156) (157)
Nâzım Hikmet Temmuz 1922’de Moskova’ya vardığında Ekim Devrimi sonrasında başlamış olan Rus İç Savaşının son ayları yaşanıyordu. Nâzım Türkiye Komünist Partisi üyesi olarak burada Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinde felsefe, siyasal bilimler ve iktisat dallarından oluşan Marksizm-Leninizm eğitimi aldı.
Moskova’da SSCB‘nin ilk yıllarına tanık oldu. Rus avangart şiirini inceledi; Bagritski, Mayakovski, Selvinski, İnber, Panov gibi edebiyatçıların eserlerini tanıdı. Rus fütüristleri ve konstrüktivistlerinden esinlendiği bu dönemde klasik biçimden sıyrılarak yeni bir biçim geliştirmeye başladı. 1923 Ocak ayında Vsevolod Meyerhold Tiyatrosunda(158) düzenlenen Uluslararası Sanat Gösterisinde Yeni Sanat başlıklı şiirini okudu. 1924’te yayınlanan ve Türkiye Komünist Partisinin (TKP) kurucularından Mustafa Suphi (159) ve 14 arkadaşının 28-29 Ocak 1921’de Trabzon açıklarında boğularak katledilmelerini anlatan ilk şiir kitabı 28 Kanunisani Moskova’da sahnelendi.
Ekim Devriminin lideri Lenin‘in 24 Ocak 1924 günü ölmesi üzerine Nâzım, Lenin’in mezarında beş dakika nöbet tuttu.
Nâzım Hikmet Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinden mezun olup 1924 Aralık ayında Türkiye Komünist Partisinin ülke içindeki faaliyetlerine katılmak üzere yurda döndü fakat sadece yedi ay kalabildi. Bir yandan babasının çıkardığı Sinema Postası dergisinin teknik işlerine yardım etti, bir yandan da Türkiye Komünist Partisinin legal yayın çalışmalarında görev aldı. Bunlardan Aydınlık dergisine yazılar ve şiirler yazdı,
1925 Mart ayında çıkan Takrir-i Sükûn Kanunu aracılığıyla liberal, sosyalist her türlü muhalif kuruluşlar ve yayın organları kapatıldı, birçok yazar tutuklandı. Nâzım Hikmet aranmasına rağmen bulunamadı, İstiklal Mahkemesinde gıyaben yargılandı ve, 12 Ağustos 1925 tarihinde gizli komünist partisi üyeliğinden 15 yıl kürek mahkumiyetine çarptırıldı. Ay sonunda gizlice İstanbul’a gitti, annesinin yanına uğradı ve bir takaya binerek dönemin TKP lideri Şefik Hüsnü (160) ile birlikte yurt dışına kaçtı.
Nazım Hikmet’in sinema merakı, Muhsin Ertuğrul ile dostluğunu pekiştirmiştir. Nazım Hikmet’in babası Hikmet Bey, emekliliği sonrası Kadıköy’de bir sinema işletmeyi denemiş, başaramayınca Süreyya Paşa Sineması’nda yönetici olmayı seçmiş.
19 yaşında gittiği Sovyetler Birliği’nde, Moskova Meydanı’nda izlediği “Açlık… Açlık… Açlık…” (161) adlı belgesel film Nâzım Hikmet’i hemen sinema ile tanıştırır . Moskova’ya Nâzım’la beraber giden Şevket Süreyya Aydemir anılarında 18 dakikalık bu belgeseli izleme öykülerini anlatır:
“1921 yılında akşamdı. Moskova’da gürültülü bir meydandan geçiyorduk. Meydanın ortasında iki kamyon durdu. Birinin üzerine bir sinema perdesi çektiler, ötekinde makine işlemeye başladı. Ve perdede filmin adı göründü. Meydandaki insan kalabalığı gittikçe arttı, kenetlendi, tramvaylar, arabalar geçemediler. Filmi seyretmeye başladık.” Bu film Nâzım’ın şiire ve sanata bakışını etkiler.
Moskova’da Mayakovski (162) ve Meyerhold gibi ünlü Rus şairlerle tanışır. 1921 Mart ayında Pravda gazetesinde “Genç Türk şairi, fütürist şair Nâzım Hikmet’in şiirleri, ritmiyle okuyucular üzerinde büyük etki uyandırdı” yazmaktadır.
Mayakovski’nin şiirinden de etkilenen Nazım, şiirinde görsel vurgunun belirginleştiği sinemasal bir anlatımı seçer.1924 yılında Türkiye’ye dönünce, babası Hikmet Bey, Osmanlıca-Fransızca olan ‘Le Courrier du Cinema/Sinema Postası’ adında bir dergi çıkarmakta, film tanıtımına, sinema haberlerine ve eleştiri yazılarına yer vermektedir.Nazım babasına yardım eder.Bu arada Muhsin Ertuğrul ile tanışır. Sinema üzerine çalışmaları ilgisini çekmiştir. Uzun soluklu bir arkadaşlık başlar.Moskova’ya giden Muhsin Ertuğrul’un iyi biçimde ağırlanmasını sağlar. Nâzım Hikmet Moskova’da üniversite eğitimini tamamlar ve 1924 yılı Aralık ayında Türkiye’ye döner.
Nazım Hikmet ,Şeyh Şait İsyanı (163) bahanesi ile çıkan Takrir-i Sükûn Yasası Nâzım Hikmet’in de yargılanmasına neden olur. Dönemin Aydınlık dergisinde yayımlanan yazıları nedeni ile yargılanır. 1925 ortasında tekrar Moskova’ya dönmek zorunda kalır. Nâzım Hikmet’in gıyabında açılan dava sonucunda 15 yıla mahkûm edilir. Böylece babasının Sinema Postası dergisindeki macerası sadece 7 ay sürecektir.
Nazım,Moskova’da Meyerhold Tiyatrosunun yönetmenlerinden Nikolai Ekk’le METLA (Moskovskaya Edinaya Teatral Leninskaya Artel) Tiyatrosunu kurdu. Muhsin Ertuğrul Artel’in hazırlık çalışmalşarına yardımcı oldu.
M.ERTUĞRUL / MOSKOVA GÜNLERİ (1925-1926)
VUFKU film Stüdyosu (SSCB)
M.Ertuğrul,1925 yılında Anatoli Lunaçarski’nin ** davetlisi olarak Sovyetler Birliğine gitti, Moskova’da Tiyatro çalışmaları yapan Nazım Hikmet’e katıldı. Muhsin Ertuğrul’la dostluğu onu sinemaya bağlamıştı. Muhsin’de Onun sayesinde Sinema dünyasından pek çok kişiyle tanışarak çalıştı. Moskova’ya varınca VOKS yetkilileri sayesinde Meyerhold Tiyatrosunda çalışmaya başladı, tüm Tiyatrolara girme izni aldı.Devrim Tiyatrolarını merak ediyordu. Konstantin Stanislavski (164) , Vsevolod Meyershold, Sergei Eisenstein (165) gibi ünlülerle tanışarak çalışma fırsatı buldu. ***
** Anatoli Lunaçarski (1875-1933) Rus Marksist devrimci ve ilk Sovyet Eğitim Komiseri. hayatı boyunca sanat eleştirmenliği ve gazeteciliğini de sürdürmüştür.Lenin’in dostudur. 1917 yılında Enternasyonalistlere katılacak daha sonra Bolşeviklere dahil olacaktır.(Vikipedi)
*** olay şöyle gelişti: 29 Ekim 1924’de Gazi Mustafa Kemal’in verdiği Cumhuriyet resepsiyonunda,Sovyet Diplomatları ile tanışır. O dönem Rusya Ticari yetkilisi olarak Türkiye’de bulunan P.A.Pavlenko ile sohbet ederken Rus Tiyatrolarını görmek istediğinden bahseder.tam da 1925 yılında Rusya’da yabancı sanatçılarla irtibatı genişletmek için,kültürel ilişkiler cemiyeti VOKS kurulmuştur. Lunaçarski’nin daveti bu çerçevede olmuştur. ( Sovyet araştırmacılarından A.A.Guseynov’un Ertuğrul’la 27 şubat 1977 ve 20 şubat 1978’de yaptığı mülakatlar) (Moskova Notları,Tuncay Birkan ,sayfa 31)
Bazı yazı ve anılardan, Moskova’daki günlerinde Nazım Hikmet,Vala Nureddin, Hasan Ali Halim ve Dr.Şefik Hüsnü ile zaman zaman görüştüğü anlaşılmaktadır. Muhsin Ertuğrul sosyal devletçi ve Kemalist görüşü benimsemiş, sol düşünceye yakın olduğu halde yasaların sınırları dışına hiçbir zaman çıkmamıştır.Vedat Nedim Tor’la Berlin günlerinde tanışmış olabilir.
Rusya’dayken gelir sağlamak amacıyla sinema’da çalışmayı amaçlar.Gosfilm stüdyosunda iş bulur. Rus yazarlardan Sergei Tretyakov’un ‘’Beş Dakika’’ filminin senaryosu üzerinde birlikte çalışır,ancak bu proje gerçekleşmez. Gaskino’da Sergei Eisenstein, Vladimir Gardin,Sergei Tretyakov ve Almanca tercümanı film yönetmen yardımcısı Grigori Griçer Çerikover ile birlikte katıldığı haftalık toplantı ve sohbetlerden çok bilgi ve deneyim kazanır.Voks’un davetlisi olarak gelen eşi Neyyire Neyir (Münire Eyüp) de Moskova’da Meyerhold Tiyatrosunda eğitim görmüştür. Odessa’daki Vufku film Stüdyosundan gelen rejisörlük teklifini kabul eder.
Muhsin Ertuğrul, Odessa ‘da “Tamilla” (1926) ve “Spartakus” (1926) adlı, öykülü uzun iki film çeker.
1926’da Rus sineması çok aktiftir. Sergei Eisenstein 1925 (Strike-Grev)) (166) ve 1926 ‘’Potemkin Zırhlısı’’ (167) filmlerini yapmıştır. Film 1917 Ekim Devrimini anlatması için devlet tarafından sipariş edilmiş olmasına rağmen, Eisenstein filmi yepyeni montaj teknikleri, estetik anlatımı ve etki yöntemleriyle basit bir propaganda filmi olmanın çok ötesinde bir klasik haline getirdi. Eisenstein’ın montaj teknikleri, sinema çevrelerinde tartışılmaktaydı.
Sovyetler Birliği Devlet Sinematografi Enstitüsü ( VGIK), dünyanın ilk film okulu olarak 1919’da Vladimir Gardin(168) tarafından kurulmuştu.Lev Kuleşov,Ulusal Film Okulunda dersler veriyordu.(169) Nazım Hikmet’in Moskova’da seyrettiği (Açlık..Açlık..Açlık ) filminin yönetmeni,Vsevolod Pudovkin’di.(170)
Yakov Protazanov 1924 yılında ilk Rus bilimkurgu filmi ‘’Aelita’’yı yapmıştı.(171) Muhsin Ertuğrul,Sinemalarda Dziga Vervov’un çektiği ‘’Kino-Pravda’’yı izledi ,Dziga Vertov,1924 yılında ‘’Cinema Eye’’ belgesel çekimiyle olay yaratmıştı.(172)
10) SPARTAKUS
yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Mihael Galperin,Rafaello Giovagnoli,Geo Skuruply / görüntü : Mariua Holdt / oyuncular : Nikolay Deynar,Matvel Lyarov, Brodakaya, Ivan Kononenko-Kozelskiy , Vasili lyudvinsky / yapımcı : Heinrich Beisenherz / yapımcı: Odeska Kinofabryka (VUFKU) / Sovyet Rusya / 1926 / 1saat 36 dakika / sessiz /
Kiev’deki Ukrayna Foto Sinema İdaresi Odeska-Kinofabryka(VUFKU) sessiz döneme rağmen,çok gelişmiş olan stüdyo Muhsin Ertuğrul’a imkanlarını sundu.1926 yılında ‘’Spartaküs’’ filmini yönetti. Hikaye Rafaello Giovagnoli’nin ( 173 ) 1874 de yazdığı ‘’Spartaco’’epik romanından Mihael Galperin ve Geo Skuruply nin senaryosunu filme çekti. Görüntü yönetmeni Marius Holdt (174) çok tecrübeliydi.Rol alanlar Rus’tu (Nikolay Deynar,Matvel Lyarov, Brodakaya, Ivan Kononenko-Kozelskiy , Vasili lyudvinsky) (bakınız Filmografi)
11)TAMILLA / yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Ferdinand Duchenne,Muhsin Ertuğrul, Mariya Moraf / görüntü : Aleksandr Stanke,Yuri Tamarsky / oyuncular : Anna Zarshitskaya, Nikolai Kuchinsky, Ivan Kapralov / yapımcı : Heinrich Beisenherz /Yapımcı : Odeska Kinofabryka (VUFKU) / Sovyet Rusya / 1927 / 41 dakika / sessiz
Muhsin Ertuğrul’un Rusya’da yaptığı filmleri,Alman yapımcı Heinrich Beisenherz (175) sayesinde gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. İkinci filmi 1927 ‘’TAMİLLA’’ bulunmuş ve 56.Anlalya Altın Portakal Film Festivalinde gösterilmiştir.
Fransız hukukçu ve yazar,Ferdinand Duchene’in ‘Tamilla’ adlı hikayesinden Mariya Moraf senaryo yaptı.(176) İki kameraman Aleksandr Stanke,Yuri Tamarsky’yle çalışıldı.Rol alanlar Rus’tu (Anna Zarshitskaya, Nikolai Kuchinsky, Ivan Kapralov). Hikayesi aslında Fransız sömürgesi olan Cezayir’de ailesi tarafından başlık parası karşılığı küçük yaşta evlendirilen bir Berberi kadının hikâyesidir. Çekimler Odessa ve Bakü’de gerçekleştirildi.
Konusu; Tamilla, daha küçük yaşta başlık parası karşılığı tüccar Lahraş’la sözlendirilir. Lahraş’ın üç yıl sürecek bir ticari sefere çıkmasını fırsat bilen Tamilla’nın babası bu kez onu Prens Akli ile evlendirir. Lahraş’ın seferden erken dönmesiyle işler karışır. Kadının bir meta gibi alınıp satıldığı bu ortamda, erkekler arasındaki pazarlık elbette Tamilla’yı daha da kötü bir sona doğru sürükleyecektir. (177)
1927 yılında ‘’Artistik Sine’’ dergisinde yayınlanan bir söyleşide şöyle der: (Rusya’da iki sene kaldım ve ‘’Goskino’’da çalıştım. Rusya için pek mükemmel intibalarım vardır.Orada iki büyük film çevirdim.Bunlardan biri Ferdinand Duchene romanından uyarlanan Tamilla’dır ki, mevzuu Fas’ta cereyan eden Şark üslubunda bir filmdir. Diğeri de Spartaküs isminde Romalılar devrine ait bir filmdir.)
1925 yılında Vakit gazetesinde çıkmış yazılarından birinde Odessa’dan bahseder : Sovyet Rusya İttihadını teşkil eden cumhuriyetlerden Ukrayna’nın sinema fabrikası Odessa’da bulunuyor.Amerika sinemacılığı dev adımlarla ilerlediği ve Avrupa’nın hatta Almanya,İsveç gibi en güzel filmleri yapan memleketlerini kasıp kavurarak rekabet adımları altında ezdiği bir devirde Rusya gibi iki sene evveline kadar dahili ve harici muharebeyle meşgul bir memlekette yenilik aramak doğru olomayacaktı. Bineenaleyh sinemacılığa ait Odessa’da beni alakadar edecek bir şey bulacağımı zannetmiyordum. Fakat aldanmışım. İki senedir bütün sanayi ve ticari şubelarimeğer ileri adımlarıyla gidiyormuş. İki seneden beri nasıl otomobilcilikte tekamül başlamışsa aynı azim,aynı gayret sinemacılıkta da gösterilmiş. Bizde en çok işitilen cümlelerden biri,’’Canım şimdi onun sırası mı,daha mühimleri varken’’ dir.Başka milletler ise heyet-i içtimaiyelerinin bütün ihtiyaçlarını aynı ehemmiyetle düşünüyor ve temine çalışıyorlar. Yemek nasıl dilin,damağın ve vücudun ihtiyacıysa,gözün ve kulağın da öylece güzel şeyler görmeye ve işitmeye muhtaç olduğunu biliyoruz.Halbuki Ruslar bu lezzeti tatmışlar.bu ihtiyacı duymuşlar. Bugün Almanya’nın orta derecedeki film atölyeleri gibi son terakkiyata uygun levazım tedarik etmişler. Fevkalade bir gayretle çalışıyorlar. Odessa’daki sinema teçhizatını , az müddet zarfındaki mükemmeliyeti gördüğüm zamanda kalbim gıptayla doldu. ‘’ ( M.E.Moskova Notları- Tuncay Birkan-sayfa 48)
Ertuğrul’un Rusya seyahatleri 1935,1936,1937 ve 1973 yıllarında da devam edecektir.
İSTANBUL’A DÖNÜŞ 1927 – İPEK FİLM DÖNEMİ
1927’de Istanbul’a dönerek Darülbedayi’de Sanat Yönetmeni oldu ve kurum ‘’Şehir Tiyatroları’’ kimliğini kazandı.
Belediye Meclisinin 1 Kasım 1920’de yaptığı toplantıda kurum için yeni bir yönetmelik hazırlandı ve Darülbedayi yalnız bir tiyatro topluluğu olarak kabul edildi. Darülbedayi’den ayrılıp Almanya’ya giden Muhsin Ertuğrul, 1921’de döndüğünde kurumun yöneticisi olarak tayin edildi. Ahmet Muvahhit, İ. Galip, Behzat Butak, Raşit Rıza ile birlikte kurumu yeniden canlandırmaya çalıştı. Ancak sanatçılar kurumun yönetiminin kendilerine bırakılmasını isteyince Darülbedayi’den çıkarıldılar.
1926’da kuruma yeni bir çalışma düzeni getirildi. Bu arada yurt dışına gitmiş olan Muhsin Ertuğrul 1927 yılı başlarında yurda döndüğünde tekrar kurumun başına getirildi. Bu dönemde Darülbedayi daha önceki basit komedi ve bulvar oyunları yerine tiyatro tarihinin büyük oyunlarını repertuvarına aldı. Muhsin Ertuğrul’un bu dönemde hazırlamış olduğu, sahne çalışmalarına ışık tutan iç tüzük Türk tiyatro tarihinin disiplinle ilgili ilk belgesidir. İleride kurulacak olan devlet tiyatrosu düşüncesi de 1927’de Ankara’ya giden Darülbedayi sanatçılarının teklifiyle başladı. (178 )
1928 yılında İskenderiye’den vapurla ABD’ye (muhtemelen Hollywood’a) gittiğini öğreniyoruz.(1928’de Vakit gazetesinde yayınlanan Amerika Seyahatnamesi)
Yine bu tarihte, 1928’de Muhsin Ertuğrul‘un desteği ile Fahir İpekçi ve İsmail Cem‘in babası İhsan İpekçi kardeşler tarafından İPEK FİLM kuruldu.
Şirketin kurulmasından bir yıl sonra Muhsin Ertuğrul‘un desteği ile 1929 yılında Ankara Postası‘nı yaptılar. İpek Film 1928-41 arasında yönetmen olarak daha çok Muhsin Ertuğrul’la çalıştı.
İpekçilerin ilk kurdukları iş Eminönü’nde ‘’Selanik Bonmarşe’sidir.İpek kumaşlar yanında fotoğraf ve film malzemeleri satarlar.Belediye dükkanı yıkınca iş değiştirmek zorunda kalırlar. Berlin’e okumaya giden İhsan İpekçi, dönüşte ailesini sinema işine girmeye ikna eder. 1923’te Elhamra, 1924’ten itibaren de Melek (sonraki adıyla Emek) sinemasının işletmesini alırlar. İpek Film’in ilk prodüksiyonu, Kurtuluş Savaşımıza adapte edilmiş bir oyundan alınmıştı: Ankara Postası. İlk kez 2 Ekim 1929 tarihinde Melek ve Elhamra sinemalarında gösterilen film büyük gişe başarısı kazandı.
Kitlesel iletişim aracı durumundaki sinema, Cumhuriyet Türkiye’si tarafından fazla önemsenmemiştir. Bu koşullarda, Cumhuriyet’in ilk on yılını kapsayan 1923’ten 1933 yılına kadar geçen dönem Türk belge filmciliğinde kesinlikle ölü bir dönemdir. 1924’te Kemal Film’in yapımcılıktan vazgeçmesi üzerine, İpek Film’in kurulup, 1928’de Ankara postasını çevirmeye başlamasına kadar bu dönemde öykülü film yapımı da durmuştur.
Nijat Özön, Muhsin Ertuğrul’un Rusya’dan İstanbul’a sinema yapmak için değil, yeniden düzenlenen Darülbedayi’nin başına geçmek için döndüğünü ileri sürer.(179) Özön’e göre, aslında Muhsin Ertuğrul sinemada pek bir şey yapamayacağını anlamış ve sinema ihtirası yüzünden tiyatrodaki geleceğini kaybetmek istememiştir.
“İpekçilerdeki bu 12 senelik dönemin ilk 10 senesine Muhsin Ertuğrul’un hakimiyeti damga vurur. Başka film çeviren müessese de bulunmadığından, İpek Filmin Türkiye piyasasında hegemoniyası hakimdir.”(180)
M.Ertuğrul,1928’de ülkemizin ikinci büyük yapım şirketi olan İpek Film’in kurulmasına öncülük etti.İpek Film, 10 yılı aşkın bir süre Türkiye’nin tek film yapım şirketi olarak kaldı.(181)
(182). Yeniliğe açık olmalarıyla tanınan İpekçiler, Ertuğrul’a her türlü harcama yetkisi vererek çağdaş düzeyde teknolojinin ülkemize girmesini sağladılar. İpek film’de ilk yapılan film 1928 ANKARA POSTASI oldu.
12) ANKARA POSTASI /1928
/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo :François de Cruel,Muhsin Ertuğrul,Reşat Nuri Güntekin / görüntü : Cezmi Ar / Oyuncular : Neyyire Neyir,Nafia Arcan, İsmet Sırrı,Muhsin Ertuğrul, Behzat Butak, Ercüment Behzat Lav,İ.Galip Arcan, M.Kemal Küçük,Hazım Körmükçü,Vasfi Rıza Zobu / yapımcı : İhsan İpekçi,Kani İpekçi / Türkiye / 1928 / Sessiz /
Senaryoyu yazan Reşat Nuri Güntekin, Fransız yazar François de Curel’in ‘Terre Inhumaine’ adlı oyununu ‘Bir Gece Faciası’ adıyla uyarladı.Aslında 3 perdelik bu piyes,13 Aralık 1922’de ilk defa Paris’te ‘’Theatre des Arts’’da oynanmıştı. (183)
‘Terre Inhumaine’nin konusu ( I. Dünya Savaşı sırasında Alsace Lorane de bir casus olan Paul Parisot hakkındadır. Bir görevden eve gelir ve Alman generalin, karısı Victoria’nın annesi ,Pauline ile birlikte olduğunu keşfeder. Victoria durumu kocasına anlatmaya çalışır, ancak ona ulaşamaz. Paul, casusluğa devam etmek için Victoria’yı öldürmeye çalışır. )
‘Bir Gece Faciası’nda ise Kurtuluş Savaşı’nda Adapazarı’nda geçiyor. filmde başrolleri Neyyire Neyir, Nafia Arcan, İsmet Sırrı Sanlı, Behzat Butak ve Ercüment Behzat Lav paylaştı. Konusu;
Cephede bulunan kocası, Kuvva-i İnzibatiye komutanı Şerafettin Paşa’yı görmek üzere Necmiye Sultan, İstanbul’dan Adapazarı’na gelir ve kaymakamın aracılığıyla Melek Hanım’ın evine misafir olur. Melek Hanım’ın büyük oğlu Kudret, Kuvva-i Milliyeci’lere çalışan bir kuryedir. Bu sebeple o günün akşamı bir uçak, Kudret’i Adapazarı’na indirir. Kendisini gören bir masum ihtiyarı öldürmek zorunda kalan Kudret eve gelir. Orada Necmiye Sultan’la tanışırlar. Ölüm haberini duyan Sultan, bunun Kudret’in gelişiyle ilişkili olduğunu anlar. Kudret belki bu yabancıyı da öldürmek zorundadır. Ama o gece konuşurlarken, birbirlerinden hoşlandıklarını anlarlar, sevişirler. Necmiye Sultan ertesi gün, bilerek Kudret’in kardeşini öldürmek zorunda kalır. Diğer yandan Kudret’in geldiği duyulmuştur ve ikinci bir haberi Adapazan’ndaki ilgililere ulaştıramadan bir dere boyunda yaptığı silahlı çatışmada Kudret öldürülür. Bu durumda postayı kardeşi Osman’a bırakır.. Osman postayı getirirken, yıkık değirmenden bir kadın çığlığı duyar. Bu ses nişanlısı Ayşe’ye aittir. Kasabanın üç kötü kişisi, İmam, Muhtar ve Dalyan Mustafa kızı kaçırarak buraya getirmişler, kötülük yapmak üzeredirler. Uzun bir çatışma sonunda Osman, üç kötüyü de haklar ve yaralı bir durumda arabaya atlayarak kaçarlarken kız da vurulur, Atlar arabayı varmak istenen yere kendiliğinden getirir. İlgililer postayı alırlar. Bu, Büyük Taarruz emridir. O sabah şafakla birlikte büyük taarruza geçilir ve zafer kazanılır
İlk gösterimi 2 Ekim 1929’da gerçekleştirilen ‘Ankara Postası’nı İstanbul’da 15 bin kişi izledi. Bu gişe, o güne kadar ulaşılmış en yüksek izleyici sayısıydı.
(Le Bois des Amants)
Francois Vicomte De Curel’in ‘Terre Inhumaine’ oyunu 1959 yılında Claude Autant-Lara yönetiminde ‘’Le Bois des Amants’’ adıyla filmi yapılmıştır. (184) (185)
Salt Galata arşivinden : Yazının aslı :
( ANKARA POSTASI MakaleTÜRKSİNEMACILIĞI /
YENİ BİR FİLM /ANKARA POSTASI
Avrupa’da sinemacılık son seneler zarfında, güzel sanatların bir şubesi haline gelmiştir. Makinayı,Elektriği,resmi,raksı,mimariyi şiiri ve musikiyi tam bir kül halinde nefsinde toplıyan sinema, edebiyatçıların bütün hücumlarına,inkarlarına rağmen, tiyatronun yanında kendine şerefli bir yer ayırtmaya muvaffak olmuştur.Bugün sahnede yapılması imkanı olmayan harikuladeliklerin;aklı ve mantığı şaşırtan garibelerin; küçük bir objektif ve onun muazzam teferruatıyla başarıldığını görüyoruz. Eğer sesli filmler rağbet bulursa sinemanın bu eksik tarafı da doldurulacaktır. Acaba filme ses ilavesi halkın zevki ve itiyadı üzerinde nasıl bir tesir yapacak? Sinema bu güne kadar muhafaza ettiği rağbeti kaybedecek mi?
Film atölyeleri çalıştırdıkları aktörleri hangi lisanda oynamaya icbar edecek? Filmler satıldıkları memleketin lisanlarıyla mı çevrilecek ? Yoksa her stüdyo kendi mensup olduğu memleket hesabına mi çalışacak ? Bütün bu suallerin cevabını zaman verecektir. Dünya üstünde sinema,müsbet sahada bütün içtimai şubelere yardımını uzatmış;bazı milletlerin iktisadiyatında mühim faydalar temin etmiştir.
Buna mukabil alıcı ve seyredici vaziyetinde olan Türkiye; sinemadan hiçbir maddi menfaat temin edememiş, bilakis her sene garpa avuç dolusu para çıkarmıştır.
Tiyatro,sinemanın kuvvetli rekabeti karşısında şerefli mevkiini muhafaza edecek mi? edemiyecek mi? Bugünkü hakikat maalesef insanı sinemanın lehinde not vermeye mecbur ediyor. Bütün Avrupa şehirlerindeki büyük Tiyatro sanatkarları ,sinemanın paralı cazibesine kapılarak kulisten stüdyoların gözleri kamaştıran raklarına, projektörlerine koşuyorlar; sahneler boşalıyor, buna mukabil stüdyolar doluyor. Dünyanın başka yerlerinde hocalığa; mürebbiliğe kadar vazife alan; halka, çifçiye ameleye hars rehberliği eden sinema bizde henüz yabancı bir unsur gibi çıktığı toprağın ruhunu, kokusunu neşretmekte devam ediyor. Biz bu filmleri seyrederken yabancı insanlar ve vakalarla karşılaşıyor,onlardan aldığımız heyecanlarla sarsılarak ruhumuzun aç kalan bir köşesini doyuruyoruz. Film hayatı bizde de inkişaf etmiş bulunan hiç şiüphesiz yabancı eserleri teesür ve heyecanlarımız için bir yardımcı olarak beklemeyiz. Bundan altı yedi yıl evvel Kemal B.tarafından çevirtilen, birkaç film halkta umulmadık bir alaka uyandırmış, müteşebbislerine da oldukça menfaat temin etmişti. Bu sene yeni bir müteşebbis grubu tarafından (Ankara Postası) ismiyle İstiklal Mücadelesi’ne ait bir film çevrildi. Filmin rejisörü E.Muhsin beydir. Filmdeki sanatkarların ekserisi Darülbedaiye mensuptur. Paris’te çıkan Sinemond ismindeki film mecmuası haziran nüshasında Ankara Postası’ndan yukarda gördüğümüz sahneyi ve iktibas etmediğimiz diğer iki resmi neşr etmiştir. Fransız mecmuası bu Türk filminden bahsederken sitayişkar bir lisan kullanıyor. Bu dört kişilik sahneyi aynen Sinemond’dan iktibas ediyoruz. Sinemond’dan şu satırları aynen alıyoruz;
Ankara Postası: Bu en yeni Türk filminin,yahut daha doğrusu tamamiyle Türkiye’de çevrilmişilk Türk filminin ismidir. Başlıca aktörler,oynayışları şayanı dikkat olan Behzat Bey (Behzat Butak olacak) ve İsmet hanımdır.Uzun zamandan beridir ki Türkiye sinemacılık faaliyetini inkişaf ettirmektedir. Kemal filmin yaptığı tecrübeler oldukça fakir bir teknikte idiler ve filmler ecnebi rekabetine karşı mücadele edecek kudrettedeğildiler. Bu defa İpekçi Biraderler daha iyi teşkilat yapmışlardır. Vazıısahne Ertuğlul Muhsin aktör olarak Almanya’da film çevirmiş,ve bu sanatta mümarse peyda etmiştir;malumatını Hollywood’da tamamlamış ve oırada Amerikan tekniğini tetkik etmiştir. Sinema bu memlekette münevver halk tarafından pek ziyade rağbet görmektedir ve ikiyüze yakın sinema salonu vardır.
İstanbul güzelmuhteşem sinemalara malikltir.Opera,Majik,Melek gibi sinemalar kibar seyircileri,Amerikan filmleriyle cezp ediyorlar,LOpera sinemasının hakiki gayretlerine rağmenFransız filmi asla muvaffakiyet kazanmamıştır. Sinema amilleri için Türkiye müsait faaliyet sahası temin edebilir. Türkiye’de film çevirmek Fransızların orada mevkii edinebilmeleri için en iyi vasıtadır.) (Uyanış no.1720-35)
Muhsin Ertuğrul daha sonra kendi yazdığı bir makalede, film hakkında şöyle der: Nihayet karar verdik, bir film çeviriyoruz, ismi: Ankara Postası. Fakir
Varlığımızla yokluğa ilan-ı harp ettik, mücadele açtık. Artist yoktu, yaptık. Kadın yoktu, bulduk. Laboratuvar yoktu, kurduk. Makine yoktu, aldık. Senaryo yoktu yazdık; âmâ çirkin kadın; âmâ iptidai laboratuvar, ama ucuz makine; âmâ fakir senaryo. Böylece filme başladık… Her güneşli günde çalışıyorduk. Bu kadar mahrumiyetle mücadele için gösterdiğimiz azim, cesaret Allah’ı kızdırdı, galiba ki, İstanbul’da senelerdir göremediğimiz
büyük kışı, aylar süren güneşsiz günleri yaptı… Yoklukta tabiatla mücadeleden nihayet galip çıktık, film bitti… Ve halk, Ankara Postası’na, Türkiye’mizde şimdiye kadar hiçbir ecnebi filme göstermediği rağbeti gösterdi ve işte ben böylelikle manevi mükâfatımı aldım.
Mükemmel bir şey yaptığıma kani değilim. Ben de kemal iddiası yok… Ben
yapabildiğimin en fazlasını yapıyorum ve herkesten de bana yardım ediniz, beraberce daha iyilerini yapalım diye yardım istiyorum. ( 186 )
Bu filmi sadece 2 günde 16.525 kişi izlemişti.
13) BİR SİGARA YÜZÜNDEN 1928
yönetmen:Muhsin Ertuğrul / senaryo : Muhsin Ertuğrul / Görüntü : Cezmi Ar / oyuncular : M.Kemal Küçük, Talat Artemel, Vasfi Rıza Zobu, Şaziye Moralı, Mahmut Moralı / Türkiye/ 1928 / Sessiz /kısa film
Tekel İdaresinin (İnhisarlar) siparişi üzerine yapılan filmdir. Bir sigara bağımlısının başına gelenler anlatılır.
1928 yılında İpek film ,sinemaların film ihtiyacı için 2 film yaptırdı.’’ Bir Sigara Yüzünden’’ ve 1929 ‘’ Kaçakçılar’’. Bu filmlerde ve bundan sonra yapacağı filmlerde genelde İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun başarılı oyuncularını görmekteyiz. Kameramanlığı Cezmi Ar yapmaktadır. Senaryoları Muhsin Ertuğrul yazmıştır.
Türkiye İktisat Kongresi 17 Şubat 1923’te İzmir’de toplandı. Lozan toplantıları daha devam ediyordu. 24 Temmuz 1923’te ancak Lozan imzalandı. Lozan Antlaşmaşından önce toplanan İzmir’deki İktisat Kongresi,Türkiyenin ekonomik bağımsızlığı açısından çok önem arzeder. 17 Şubat 1923 tarihli İzmir İktisat Kongresi’nde,İnhisar’ların yabancılara verilmemesi kararlaştırılmıştı. Lozan görüşmelerinden sonra Düyun-u Umumiye’nin kaldırılması ile inhisarlar tekrar devletin kontrolüne geçmiştir.
Burada en önemli unsur,kapitülasyonların kaldırılmasıyla İNHİSARLAR İDARESİ’nin (TEKEL) bağımsız bir Kamu İktisadi Teşebbüsü olmasıdır. Bu konuya sadece Sigara ve Alkollü içecek üretimi açısından bakmamak gerekir. Tütün İnhisarı dışında, Tuz İnhisarı, Kibrit İnhisarı, Barut ve İnfilak maddeleri, İspirto ve İspirtolu İçkiler, PTT,TCDD, Devlet Hava Yolları, Milli Piyango, Milli Reasürans Sigorta, Radyo Yayını, İstanbul İzmir Mersin Trabzon limanları ve Petrol , inhisarlar İdaresine aittir.
İnhisarlar İdaresi,1926 yılında TEKEL adını aldı. Sigara üretimi devletin elinde Tekel İdaresi tarafından yapılır ve dağıtılırdı.
Tekel İdaresi sigaranın zararlarını vurgulayarak,dolaylı bir reklam yapmak amacıyla, bir kısa film sipariş ettiği anlaşılmaktadır.
14) KAÇAKÇILAR 1929
yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Muhsin Ertuğrul / görüntü : Cezmi Ar / Oyuncular : Behzat Butak, Sait Köknar, Talat Artemel,Feriha Tevfik Negüz, Hazım Körmükçü, İ.Galip Ercan / yapımcı : İhsan İpekçi,Kani İpekçi / Yapımcı: İprk film / Türkiye / 1929 / sesli
Ankara Postası’nın başarısı Muhsin Ertuğrul’a yeni filmlerin kapısını açar.
1929 ‘’Kaçakçılar’’ aslında bir Film-Noir’dır. Çekimler için filmin yapımcısı İpek Film Şirketi Nişantaşı’nda bir ekmek fabrikasını ,ilk sesli film stüdyosuna dönüştürmüştür.1929 yılında başlanmışsa da, Oyuncuların geçirmiş olduğu trafik kazası nedeniyle filmin çekimleri ancak 1932 yılında tamamlanabilmiştir. Türk Sinemasının ilk iş kazasının yaşandığı film olarak tarihe geçmiştir. Zincirlikuyu’daki çekimler sırasında Talat Artemel’in direksiyonda kullandığı araç kaza yapınca,oyuncu Arşak Karakaş hayatını kaybetmiş, Sait Köknar ise oyunculuğu bırakmak zorunda kalmıştı. 11 kasım 1929’da ölen Arşak Karakaş Türk sinemasının ilk görev şehidiydi.
Bazı iç sahnelerin çekiminden sonra, dış mekân ve aksiyon sahnelerinin çekileceği mekanlara gidilir. Tarih 11.Kasım.1929 günlerden Pazartesi… Önde kaçakçılar, arkada polis aracı, kontrollü bir şekilde belirlenen güzergahta ilerlemektedir. Öndeki araçta Talat Artemel, Sait Köknar ve Arşak Karakaşyan vardır. Yaklaşık 1 saat süren çekimin ardından ekip mola verir ve dinlendikten sonra tekrar araçlara binilir. Aynı güzergâh tekrar geçilirken Talat Artemel’in kullandığı üstü açık araç Zincirlikuyu yakınlarında seyir halindeyken virajı alamaz ve korkunç bir kaza meydana gelir. Yaşanan kazadan sonra hayatını kaybeden Arşak Karakaşyan 14.Kasım günü Şişli Ermeni mezarlığına defnedilir. Sait Köknar ağır, Talat Artemel ise hafif yaralı olarak kurtulurlar. Usta oyuncu Sait Köknar ölümden dönmüştür ve artık tanınmayacak haldedir. Talat Artemel, ihmal ve hata suçlamalarıyla mahkemeye sevk edilir. Film askıya alınır ve mahkeme süreci başlar.
Tedbirsizlik yüzünden kazaya sebebiyet verme suçlamasıyla mahkemeye sevk edilen Talat Artemel ayrıca Sait Köknar’ın açtığı tazminat davasında da sanık koltuğunda oturmaktadır. Bunların yanı sıra Karakaşyan’ın ailesi tazminat istemektedir. Elhamra Sineması ise Arşak Karakaşyan’ın çocuklarını himayesine almayı teklif etmiştir. Dava 1933 yılına kadar sürer. Talat Artemel savunmasında; Yolların gayri fenni yapıldığını, Muhsin Ertuğrul’un sorumluluğun üzerine alıp aracı kendisine kullandırttığını ve süratinin 30km civarında olduğunu söyler. Tuluat sanatçısı ve fotoğrafçı Arşak Karakaşyan’ın vefatı ve Sait Köknar’ın henüz kariyerinin başlarında iken yüzünün parçalanmasıyla sonuçlanan kazadan sonra açılan davalarda yapılan incelemeler ve Sait Köknar’ın davadan vazgeçmesinin ardından Talat Artemel beraat eder.
: (Kazadan sağ kurtulan ve davalardan beraat eden Talat Artemel 1957 yılında film çekimi için gittiği Bolu’da hayatını kaybeder.)
henüz mahkeme devam ederken Muhsin Ertuğrul tarafından bitirilen film 3 Şubat 1933 tarihinde Elhamra sinemasında vizyona girer. Yaşananların gölgesinde seyirciyle buluşan film ‘ilk yerli sesli film’ olma şansını da ‘İstanbul Sokaklarında’ adlı filme kaptırmış olur. Ancak bu filmin de yönetmeni ve senaristi Muhsin Ertuğrul’dur ve mahkemesi devam etmesine rağmen Talat Artemel de ‘İstanbul Sokakları’ adlı filmde Behzat Butak, Hazım Körmükçü ve Semiha Berksoy ile birlikte yer alır. (187)
Konusu ilginçtir;
Fakir bir balıkçı ailesi: Bir ana, iki oğul ve bir de besleme’den oluşmuş. Oğullardan biri balıkçı (Talat), diğeri de kolcu. İkisi de beslemeye (Feriha Tevfik) tutkun … Besleme ise köyün çobanını (Hazım) sevmekte … Balıkçılar arasında Dalyan’ (Said Köknar) namıyla tanınan birisinin kışkırtmasıyla bu az kazançlı durumlarından kurtulmak için Talat’ın arkadaşları tütün kaçakçılığı yapacaklardır. Talat önce buna yanaşmaz, fakat sonunda içki masasında onlara uymayı kabul eder. Balıkçılar, kaçak denkleri kayalardan aktarırken Talat’ın kardeşi olan kolcu bunları bastırır. Diğerleri kaçarken iki kardeş arasında silahlı çatışma başlar ve Talat kardeşini vurur; arkadaşlarıyla kaçar, Bir başka kaçakçılık olayı sırasında aynı kaçakçılar, İstanbul yöresinde polisle ufak bir çarpışma sonucu yakayı ele verirler. Bir evladının ölümü, diğerinin de kaçakçılık yüzünden hapse atılması yüzünden anne hastalanır ve bir süre sonra da ölür. Besleme bu durumda, oradan ayrılıp iş aramak üzere İstanbul’a gelir. Bu sırada bazı uygunsuz insanların ayartmasıyla kötü yola düşer. Günün birinde çoban, bir piyango bileti bulur ve ikramiyesi taşıyana ödenen bu bilete büyük ikramiye düşer. Hayatı boyunca tek duygusu beslemeye bağlılığı olan çoban, o andan başlayarak hemen onu aramaya koyulur ve çalıştığı barda bularak onu, düştüğü kötü yoldan kurtarır, onunla evlenir. Öte yandan, kaçakçı ve kardeş katili olan Talat da yaptığı kötülüklerin karşılığını idam sehpasında öder. (Bakınız:Filmografi)
15) İSTANBUL SOKAKLARINDA 1931
/ yönetmen : Muhsin Ertuğrul,İhsan İpoekçi / senaryo : Muhsin Ertuğrul / görüntü: Cezmi Ar ,Nicolas Farkas (188) / Müzik: Hasan Ferit Alnar,Hüseyin Sadettin Arel / Oyuncular : Talat Artemel, Semiha Berksoy, Behzat Butak, Galip Arcan, Hazım Körmükçü, Bedia Muvahhit / yapımcı; İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı : İpek Film / Türk,Mısır,Yunan ortak yapım / 1931/ ilk sesli filmi/
1930’lu yılların başında Beyoğlu sinemalarında ithal sesli filmlerin gösterimi başladı. 1931 yılında İpek Film’in yeni Stüdyosunda ‘’İstanbul Sokaklarında’’ ilk sesli film olarak çekildi.Türk,Mısır ve Yunan ortak yapımıdır. seslendirme teknik kayıtları İhsan İpekçi yapıyordu.Hasan Ferit Alnar’ın besteleri kullanıldı.(189) Ferit Alnar, Viyana’daki öğrenim yıllarında Paris’e giderek film müziği alanında çalışırken Muhsin Ertuğrul ile tanışmıştı. Film, müzikleri ve oyuncuların seslendirdiği şarkılar çok sevilir. Filmde Rahmi Öztoprak “Tükenmez Yollarda”, Semiha Berksoy ise “Yum Güzel Gözlerini Sevgili Yavrum, Uyu!” ninnisini söyler. Hazım Körmükçü de filmde “Ekin Ektim Çöllere” ve “Zeynebim” isimli eserleri seslendirir.
Bu film, dönemin yüksek maliyetli filmlerindendir. Bazı sahneleri sesli çekilmiş, sessiz çekilen sahnelere sonradan seslendirme yapılmıştır. Bu yüzden ilk sesli Türk filmi olarak kabul edilir. Filmin dış sahneleri Türkiye‘de, Mısır‘da ve Yunanistan‘da sessiz olarak çekilmişti. Bunları seslendirmek ve iç sahnelerini de doğrudan doğruya sesli olarak almak üzere teknisyen, idareci ve oyunculardan oluşmuş bir ekip Muhsin Ertuğrul’la birlikte Paris‘teki Epinay Stüdyoları’na taşındılar. Orada çekimleri Nicolas Farkas adlı Macar asıllı bir görüntü yönetmeni yapar, dekorları Paris’te öğrenimde bulunan bir Türk dekoratörü Vedat Ar yapar.
Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yazı, İpekçiler’in stüdyo açma teşebbüsünü İstanbul Sokakları filminin getirdiği zorluklara bağlar: “Sesli sinemanın zuhuru ile memleketimizde film yapmak teşebbüsü daha ziyade bir hareket kesbetmiş, İpekçi Kardeşler harici manzaraları şehrimizde alınan ve mükâlemeli [konuşmalı] kısımları Paris’teki bir stüdyoda yapılan ‘İstanbul Sokaklarında’ filmini vücude getirmişlerdir. Başka memleketteki stüdyoda film çevirmek müşkülatı İpekçi Kardeşler’i İstanbul’da bir stüdyo tesis etmek mecburiyetine sevk etmiş ve Nişantaşı’ndaki eski fırın binası stüdyo haline ifrağ olunarak oraya en son tertibatı haiz makineler getirmiştir.”(190)
Vakit gazetesinin sinema sayfasını yöneten Fikret Adil, stüdyonun açıldığı günlerde Fahir İpekçi ile bir röportaj yapar. Fahir Bey bu yıl Reşat Nuri’nin Tanrı Misafiri oyunundan adapte olunan bir komedi ve Kalbimin Rüyası adıyla Nâzım Hikmet tarafından yazılan bir operet olmak üzere iki film çekeceklerini açıklar. Stüdyonun başka şirketlere de açık olduğunu sözlerine ekler: “Stüdyoda her arzu eden, istediği kadar film çevirebilir. Pek tabii, bunun için, biz stüdyoyu film yapmak isteyen kimselere sadece kiralamakla kalırız. Sesli film stüdyosu bütün Balkanlar’da yalnız bizim yaptığımız stüdyodan ibarettir. Yunanistan’dan şimdiden bize müracaatlar var. Filmlerini seslendirmek için buradan istifade etmek istiyorlar.”(191)
Stüdyodaki gelişmeleri yakından izleyen Fikret Adil, bir başka yazısında da stüdyo için gereken makinelerin Teşvik-i Sanayi Kanunu’ndan faydalanılarak getirtildiğini söyler. İşlenmemiş film ithalatı da kontenjan harici bırakılmıştır. Ardından şunları da yazar: “Memlekette başlayan film sanayiinin sadece bir stüdyo tesisine inhisarı kâfi gelmez. Burada yapılacak filmleri göstermek, yani ‘işlemek’ lâzımdır. Bunun için de şimdiye kadar sesli projeksiyon makinesi yapmamış olan sinemaların bu tesisatı yapmaları icap eder. Hatta birçok şehirlerde bulunan sessiz sinema makinelerini, sesli projeksiyon makinesi ile değiştirmek lâzımdır. Bu da pek kolaydır. Zira sesli sinema projeksiyon makineleri şimdi pek ucuzlamıştır. Ve evvelce 30 bin liraya yaptırılan bir tesisat bugün 2.500 liraya yapılıyor.”(192)
Filmin ilk gösterimi İstanbul’un Beyoğlu semtindeki Melek ve Elhamra sinemalarında 2 Aralık 1931 tarihinde yapılmıştır. Film, Türkiye dışındaki ülkelerde de gösterilir ve büyük rağbet görür. Akşam gazetesi filmin Atina‘da bir haftada altı bin kişi tarafından izlenildiğini belirtir.
Konusu şöyledir :
Aynı kadına âşık olan iki kardeşin yaşamlarında meydana gelen sıra dışı olaylar konu edilmektedir. Kardeşlerden Rahmi bir bankada çalışmaktadır ve şarkıcılık yapan bir kadına âşık olmuştur. Ancak bu kadınla kardeşi Talat’ın da ilişkisi bulunmaktadır. Rahmi artık işle aşkı karıştırmaya başlamış ve bankanın parasını da âşık olduğu kadınla birlikte harcamaya başlamıştır. Bankanın durumu fark etmesi uzun sürmez ve Rahmi bankadaki işinden atılır. Ayrıca Rahmi’nin kullandığı bankanın parası da ailesinden tahsil edilir. Aile ise bu borçla birlikte tüm birikimini kaybetmiştir. Talat bu durumu oldukça sinirlenir ve Rahmi’nin yanına gittiğinde Rahmi ile şarkıcı kadını sarhoş bir halde bulur. Şarkıcı kadının ortağı olan bir kadın ise Rahmi’nin içkisine uyuşturucu ilaçlar atmıştır. Talat Rahmi’ye saldırdığı sırada buradaki içinde uyuşturucu bulunan içkiyi kardeşinin üzerine atar ve içki Rahmi’nin gözlerine gelir. Gözlerine uyuşturuculu içki gelen Rahmi kör olur. Daha sonra yaptıklarından pişman olan Talat kardeşinin gözlerini tedavi ettirmek için doktorlara gider. Ancak Talat’ın bu sırada başındaki tek sorun kardeşini kör etmesi değil ayna zamanda iftiraya da uğramasıdır ve kardeşi ile uğraşırken bu sorun ile de başa çıkmak zorundadır. Ayrıca Rahmi’nin gözlerinin tedavisi için doktorlar oldukça fazla miktarda para istemişlerdir. İki kardeşin aklına zengin olan dayıları gelir. Fakat dayıları bu esnada ölmüştür ve dayılarından miras kalan tek ev çıkan yangında para etmez hale gelmiştir. Filmin sonlarına doğru ise Mısır’lı bir yazar olan Semira Hanım, Rahmi’yi ameliyat ettirir ve kardeşler eski mutluluklarına kavuşurlar.
Bu arada, Muhsin Ertuğrul Tiyatro alanında verdiği hizmetler nedeniyle 1932’de Goethe Madalyası ile ödüllendirilmiştir. (193)
16) BİR MİLLET UYANIYOR 1932
/ Yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu (194) / görüntü : CezmiAr / Oyuncular : Ercüment Behzat Lav, Emel Rıza , Nacit Özcan , Ferdi Tayfur , Emin Beliğ Belli ,Mustafa Kemal Atatürk, Hadi Hün , Atıf Kaptan / yapımcı : İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı : İpek Film / Türkiye / 1932/ 53 dakika /
1932 yılında İpekçi Kardeşlerle birlikte,Kurtuluş Savaşı konulu bir film daha yaptı. Muhsin Ertuğrul, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu‘nun aynı adlı eserinden senaryoya uyguladı. Nazım Hikmet yönetmen yardımcısı,ve senaryo asistanı olarak görev almıştı. Çekimleri Çanakkale’de ve İstanbul’un Maltepe ile Kağıthane semtlerinde gerçekleştirdi. Kurtuluş Savaşı sırasında, İstanbul’a gizli bir görevle gelen Kuvayi Milliye üyesi ‘Yüzbaşı Davut’a âşık olan öğretmen ‘Nesrin’in öyküsü üzerine kurulan film, gösterime 7 Aralık 1932’de Elhamra ve Melek Sinemalarında girdi.
Alim Şerif Onaran, Ertuğrul’un Ateşten Gömlek (1923) ve Ankara Postası (1929) filmlerini çekmesine rağmen Kurtuluş Savaşı destanının sinemada henüz verilmediğine inandığını; bu nedenle de 1932 yılında Nizamettin Nazif’in hazırladığı bir sinopsisten yola çıkarak Bir Millet Uyanıyor’un (1932) yapımını gerçekleştirdiğini ifade eder.52 Bir Millet Uyanıyor, sinema tarihçileri tarafından Muhsin Ertuğrul’un en önemli filmi kabul edilir (195)
Bu filmin başlıca özelliği görüntülerinde Atatürk’ün olduğu ilk sinema filmi olmasıdır. Gerek Kurtuluş Savaşı hikâyesiyle gerekse ulu önderimiz Atatürk ile Mareşal Kazım Karabekir’in görüntülerinin yer alması 53 dakikalık ‘Bir Millet Uyanıyor’u Türk sinemasının özel filmlerinden biri haline getirdi.
Atatürk ile de çekimler gerçekleştirildiği halde, o görüntüler bilinmeyen bir nedenle filme dâhil edilmedi. O çekimlerde elde edilen görüntülerin yerine Atatürk’ün başka görüntülerine yer verildi. Set çekimindekiler kullanılmamış olsa da ‘Bir Millet Uyanıyor’, Atatürk’ün görüntülerinin yer aldığı ilk sinema filmi olarak tarihe geçti. ‘Bir Millet Uyanıyor’, 1966’da Ertem Eğilmez tarafından yeniden uyarlandı. İki uyarlaması arasında 34 yıl olan ‘Bir Millet Uyanıyor’un özelliklerinden biri de Atıf Kaptan’ın her ikisinde de rol almasıdır. (196)
. Milli mücadeleyi konu olarak ele alan bu filmde, Atıf Terzioğlu adındaki gencin oynadığı ‘Yahya Kaptan’ rolü öylesine benimsenmişti ki, o zamanın genç oyuncusu soyadını ‘Kaptan’ olarak değiştirmek zorunda kalmıştı. İşte o günden bu yana Atıf Terzioğlu Atıf Kaptan olarak bilinir.”
Darülbedayi’nin başarılı oyuncusu Atıf Terzioğlu, “Bir Millet Uyanıyor” filminde, Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Yahya Kaptan rolünü öylesine başarılı oynamıştır ki, sinemadaki “ilk ödülünü” kendisini Yahya Kaptan’la özdeşleştiren halk tarafından böylece almış olur.
Muhsin Ertuğrul’un yönettiği “Bir Millet Uyanıyor”, Atıf Kaptan’ın ikinci filmidir. İlk filmi 1929 yılında yine Muhsin Ertuğrul’un yönettiği Kaçakçılar’dır. Tiyatro geçmişi ise 1928 yılına uzanır. Atıf Kaptan, tiyatrocular kuşağındaki tiyatrovari oyunculuktan ilk filmlerinde de sıyrılarak, tüm sinema hayatı boyunca abartısız ve sade oyunuyla belleklerde unutulmaz bir yer edinmeyi başaran önemli aktörlerden,karakter oyuncularından biridir. 1930 yılında Darülbedayi’den ayrılarak Vedat Örfi Bengü ile ortak bir tiyatro topluluğu kurarlar. Yine aynı yıl “Kaçakçılar” filmiyle sinema serüveni başlar. .(197)
Atıf Kaptan (1908 – 1977)
Rol alanlar arasında ,Ercüment Behzat Lav, Emel Rıza , Nacit Özcan , Ferdi Tayfur , Emin Beliğ Belli , Hadi Hün , Atıf Kaptan,yanında Mustafa Kemal Atatürk’ün adı da geçer. (198)
Bir Millet Uyanıyor filminden bir sahne
Film 15 Mart 1920 De Kuvay-i Milliyecilerin Akbaş cephaneliğini basması ile başlar ve gerek Yunanlılarla, gerek iç düşman olan Said Molla ve Kuvay-i İnzibatiye güçleriyle mücadeleyi, Yahya Kaptan’ın su içerken kahpece öldürülüşünü, Türk ordusunun İstiklal Harbi zaferlerini ve nihayet Türk ordusunun İzmir’e girişini ve finalde Nesrin Öğretmen ile Yüzbaşı Davut’un kavuşmasını içeren sahnelerle sona erer. Fikret Hakan’ın yorumu şöyledir:
Bir Millet Uyanıyor, günün koşullarında Batı ölçülerine denk bir Milli Mücadele filmi. Bazı sahnelerde Ordu Film Merkezi’nin İstiklal Savaşı dokümanlarından yararlanılmış. O zamana değin yapılan filmlerde, büyük zorunluluklar olmadıkça, Darülbedayi oyuncularının dışında eleman pek kullanılmıyordu. Bu filmle birlikte tiyatro çevresinin dışındaki oyunculara da önemli roller verilmeye başlanıldı.(199)
Baha Gelenbevi, Muhsin Ertuğrul’un Bir Millet Uyanıyor adlı filmini bir başyapıt olarak değerlendirir; ancak İpek Film’in bir yapımcı olarak yaptığı baskıların Ertuğrul’un işlerinin kalitesini düşürdüğünü savunur:
[P]rodüktörler zamanla filmciliği öğrendikleri hesabına kapılarak, rejisörü bir tür baskıya alarak, piyasanın gustosuna uygun filmler yapmağa zorlamaya başladılar. Prodüktör İpekçi kardeşlerin arasında tek başına kalan rejisör, hele senelerin ahbablığının münasebetlerin ciddiyetini aşındırması da hesaba katılınca, onun artık öz sanat yolunda direnebilmesinin ne kadar güç, hatta olanaksız olduğu kolay anlaşılacaktır.(200)
CUMHURİYETİN 10.YILINDA SİNEMA (1933)
‘’BİR MİLLET UYANIYOR’’ filmi Cumhuriyet’in 10.yılına yaraşır bir film olmuştu.
1933 yılı Türkiye’de sinema açısından ilginç bir yıldı. Genç Sovyet Sinemasının öncülerinden olan Sergei Yutkevich Türkiye’ye gelir. Atatürk‘ün isteği üzerine Sovyetler Birliği’ne ısmarlanan ve bir yıl sonra da yapımı tamamlanan filmin yönetmeni Sergey Yutkeviç‘tir. Türk Kurtuluş Savaşı’nda Sovyetler Birliği-Türkiye ilişkilerinden de bahsedilir.
29 Ekim 1933’de Cumhuriyet’in 10.yıl kutlamaları yapılacaktır. Rusya’dan resmi bir heyet yollanmıştır. Heyette Mareşal Kliment Yefromoviç Voroşilov(201), “Dışişleri Halk Komiser Yardımcısı Karahan, Eğitim Halk Komiseri Bubrov, Eğitim Halk Komiser Yardımcısı Krjijanovski, SSCB Süvari Kuvvetleri Komutanı ve Devrimci Askeri Sovyet Üyesi Budiyanni, Sovyet yönetmen Sergei Yutkevich”bulunacaktır (202).(203)
‘’Türkiye’nin Kalbi Ankara’’ belgesel filmi başında Başbakan İsmet İnönü’nün bir konuşması vardır:
“Vatandaşlar Cumhuriyet’in 10. yılını kutluyoruz. Bugün ne kadar sevinsek hakkımız vardır. On sene evvel bu devir, cumhuriyetin muzafferiyetiyle başladı. On sene içinde Türk milletinin tahakkuk ettirdiği eserler bugün iftihar ile hatırlayabileceğimiz kadar büyüktür ve geniştir. İnkılapların kuvvetini vakit vakit eski zamanlara rücu ederek mukayese etmekte fayda vardır. Vatandaşlarım on sene önceki cumhuriyetten Türk milleti bugün hiç olmazsa on kat daha kuvvetlidir. Vatandaşlar Türkiye Cumhuriyeti’nin komşuları ile ve herkesle münasebetleri çok dostanedir. Fakat sizin bildiğiniz gibi, tüm dünyanın bildiği gibi bizim Türkiye Cumhuriyeti’nin harici politikasında esas olan nokta Sovyetler ile olan dostluğumuzun temel teşkil etmesidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Sovyetler ile dostluğu, en çetin zamanlarda başlamış, en çetin imtihanları geçirmiş, bugün için, vadi için, iki milletin kalbine yerleşmiş esaslı bir politikadır. Bugün cumhuriyetin onuncu yılında bizim bayramımıza iştirak eden dostlarımızı Voroşilov’u Karahan’ı Bubrov, Budyonni ve Krijanovski‘yi aramızda görmek bizim için büyük bir sevinç ve bahtiyarlıktır. Kendilerine bilhassa teşekkür ederim. Yaşasın cumhuriyet, yaşasın dostlarımız.”
Günümüzde böyle bir konuşma yapılsa, muhtemelen yapanın komünizm propagandası yapmak ve örgüt üyeliğinden yargılanması söz konusu olurdu. “Türkiye’nin Kalbi Ankara” filminin çok maceralı bir öyküsü vardır;” Bu film,dönem ile ilgili önemli ipuçları veren görsel bir dokümandır. Genel olarak konusu Cumhuriyetin 10. yıl törenleri için Ankara’ya toplanan halk ve gelen Sovyet heyetinin yolculuğu çerçevesinde genç cumhuriyetin tanıtımı ve Sovyetler Birliği ile dostluğu üzerine kuruludur. Onuncu yıl töreni ve heyetin geri dönüş yoluna çıkması ile sonlanır.
Murat Erkman ‘’Altüst Dergisi’nde filmle ilgili araştırması şöyledir:
(Film 1934 yılında gösterildikten sonra, 1970 yılına kadar ortalarda görülmemiştir. 1970 yılında TRT filmi ekranda gösterince, komünizm propagandası yapılıyor diye büyük bir tepki almış ve yayından kaldırılmıştır. Film bu tarihten sonra bütün olarak görülmediği gibi törenle ilgili bazı parçaları televizyonlarda kopuk kopuk yer almıştır. Milli bayramlarda televizyonda gördüğünüz eski kutlama görüntülerinin çoğu bu filmin parçalarıdır. Bu farklı temalı görüntüler beni filmi araştırmaya yönlendirdi. Yıllar önce TRT’ye yaptığım başvurudan sonra el altından gizlice bir DVD verildi. Verilen medya bölük pörçük ve bütünlüğünü yitirmiş bir görüntü yığını idi. Bunun üzerine Rus Büyükelçiliğine baş vurdum. Orada görevli bir kadın önce film ile ilgili bildiklerini anlattı. Ardından bana filmin orijinalini bulabileceğim bir adres verdi. Adres Moskova’daydı. Görevli kadının filmle ilgili verdiği bazı detaylı bilgileri teyit etmek mümkün olmadığı için, burada yazamıyorum. O sırada oğlu Moskova’da çalışan bir tanıdığımız vasıtası ile filmi getirtmeyi başardık. Geçen süre içerisinde filmin orijinal versiyonunu elimden geldiği kadar dağıttım. Filmin bazı versiyonları geçtiğimiz yıllarda önce Cumhurbaşkanlığı web sitesinde sonra da çeşitli yerlerde “sansürsüz” olduğu iddia edilerek yayınlandı. Bu versiyonlarda bile filmin başında geçen İsmet İnönü’nün konuşması mevcut değildir.) (204)
1932 ve 1933 yılında da Dünya Sinemasında gelişmeler müthiştir. Sesli dönemle birlikte hızla gelişen sinema endüstrisi,çığ gibi büyüyen sinema salonlarına film yetiştirmek için yarışıyordu. Yapımcılara salonlardan büyük paralar akmış, Amerika’da dev firmalar oluşmuştu.
1932 Edmund Goulding (Büyük Otel)adıyla oynıyan (Grand Hotel) ,Greta Garbo’nun şahane rolüyle,en iyi film Oscar’ını kazanmıştı. (205) (206)
1932 Frank Borzage’nin Ernest Hemingway’in romanından uyarladsığı (A Farewell to Arms )(Aşk Fırtınası) adıyla vizyondaydı. Gary Cooper ve Helen Hayes’in oynadığı film,en iyi görüntü ve en iyi seslendirme dallarında 2 Oscar kazanmıştı. (207) (208) (209)
1932 Howard Hawks’un (Scarface) filmi (Yüzü Damgalı Adam) adıyla oynadı. 1932 yılının ilk 10 filmi listesine girmişti. (210) (211)
1932 Josef Von Sternberg ‘in (Shanghai Express ) filmi Marlene Dietrich’in unutulmaz filmlerinden biriydi. En iyi görüntü dalında Oscar kazanmıştı. (212) (213) (214)
1933 Rouben Mamoulian’ın (Queen Christina) (Kraliçe Kristina) adıyla gösterildi. Greta Garbo’nun büyüleyici oyununa (picturegoer) tarafından Altın Madalya verildi. (215) (216)
1933 Merian Cooper ,ilk (King Kong) hikayesini filme çekmişti. (217) (218)
1933 Frank Capra (Lady for a Day) (Bir Günlük Kibar Kadın) adıyla gösteriliyordu. Capra Corn filmlerinin güzel bir örneğiydi, 4 dalda Oscar!a aday gösterilmişti. (219) (220)
1933 Fritz Lang (The Testament of Dr.Mabuse ) (Dr.Mabuse’ün Vasiyeti) adıyla gösterildi. Almasn Dışavurum sinemasının bu önemli örneği, tam da Alman ya’da Nazi hakimiyetinin geliştiği bir dönemde , nazizme karşıt bir görüş sergilediği için yasaklanmıştı. Olaylar Fritz Lang’ın Amerika’ya gitmesine sebeb oldu. (221)
1932 ve 1933 yıllarının öne çıkan önemli filmleri yukarda saydıklarımızdı. Sesli olan bu yapımlar,Beyoğlu sinemalarında gösteriliyordu.
17) KARIM BENİ ALDATIRSA
/ yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nazım Hikmet / görüntü : Cezmi Ar / Müzik:Muhlis Sabahattin,Ezgi / Oyuncular : Hazım Körmükçü,Vasfi Rıza Zobu, İ.GalipArcan, Feriha Tevfik Negüz, Halide Pişkin, Behzat Butak,Muammer Karaca,Bedia Muvahhit / yapımcı : İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı : İpek Film / Türkiye / 1933 /
1933 yılında KARIM BENİ ALDATIRSA operet /müzikal filmi yaptı. Nazım Hikmet’in senaryosuydu.(222) Melek ve Elhamra sinemalarında gösterildi. : Hazım Körmükçü,Vasfi Rıza Zobu, İ.GalipArcan, Feriha Tevfik Negüz, Halide Pişkin, Behzat Butak,Muammer Karaca,Bedia Muvahhit,Sami Ayanoğlu,Ercüment Behzat Ay, Refik Kemal Arduman, Zeki Alpan, Ferih Egemen oynuyordu. Operet türünün Türk Sinemasındaki ilk örneğidir.
sinemada sesli filmlerin yanı sıra şarkılı filmler de moda olmuştu.5 Bu eğilim tiyatro temsillerinde etkili olmuş ve Şehir Tiyatrosu’nda Yalova Türküsü ile başlayan operet temsilleri büyük rağbet görmüştürGökhan Akçura, Muhsin Ertuğrul’un ciddi ve kaliteli yapımlara duyduğu eğilime rağmen daha geniş bir seyirci kitlesine ulaşabilmek için operetlerin devamına karar verdiğini öne sürer. Nitekim bu dönemde İpek Film de operet filmlerine ağırlık verilmesini istemiş ve Ertuğrul 1933 yılında Söz Bir Allah Bir ile Cici Berber filmlerini çekmiştir.(223) Konusu:
Salih Kaptan, Moda’da bir deniz sporları dershanesi açar. Belma isminde bir de karısı vardır. Dershanenin kürek hocası Orhan’dır. Dershaneye kadınlar hemen yalnız Orhan için gelirler Belma da Orhan’a aşıktır. Bir gün Şadan’ın nişanlısı Fatoş bu mektebe gelir. Amcası Avni tarafından buraya yazdırılır. Kürek derslerinde Fatoş Orhan’ı sevmiştir. Bir gün ders verilirken: Fatoş küreği denize atar ve iki genç Hayırsızada’ya sürüklenirler. Burada tatlı, heyecanlı ve aşk dolu bir gece geçirirler. Şadan ve Avni meraktadırlar. Bir balıkçı kayığı sevgilileri geri getirir. Artık Fatoş eski nişanlısını unutmuştur. Orhan Belma’yı başından atmak için aynı dershanede masaj hocası ve sütkardeşi Nuri’yi Belma’ya gönderir. Belma bu haberle baygın bir halde Nuri’nin kucağına düştüğü sırada Salih Kaptan odaya girer ve onlara İstanbul usülü bir ceza tertip eder, yani birbirine nikahlamaya kalkar. Muammer ismindeki bir gemici bu hareketi hoş karşılamaz ve intihara kalkışır. Bir taraftan gerek Belma’nın ve gerekse Fatoş’un hareketleri, kadın işlerini tahkik eden şirketin adamı Abdullah tarafından tahkik olunur. Abdullah’a kotrada cebren başka bir dosya yaptırarak Belma’yı işten tenzih ederler. (224)
Filmin şarkılarının söz yazarı Nazım Hikmet’e aittir. Besteyi ise Muhlis Sebahattin Ezgi yapmıştır. (225 )
İpekçi Kardeşler’in fabrikada gerekli hazırlıkları yapmayı sürdürdüğü haberi, 19 Mayıs 1932 tarihli Milliyet gazetesinde yer alır: “Sipariş edilen ses ve film alma makineleri de gelmiştir. Bir iki gün zarfında gümrükten çıkarılacak ve yerlerine yerleştirileceklerdir. Film alma ve laboratuvar makineleri Debrie; ses makineleri de Klanz film mamulatıdır. Stüdyonun tesisile İktisat ve Maarif Vekâletleri bilhassa alakadar olmuşlardır. Bu itibarla makineler ve tesisat Teşvik-i Sanayi Kanunu’ndan istifade ettirilmişlerdir. Stüdyoda ilk eser olarak Selma Kâzım Hanım’ın ‘Al Senin Olsun’ isimli bir opereti çevrilecektir. Bu operette Darülbedayi artistleri oynayacaklardır. Müzik kısmı Muhlis Sabahattin Bey tarafından hazırlanmaktadır.” (226)
Fikret Adil haziran ayı sonunda yaptığı bir habere stüdyonun yolunu tarif ederek başlar: “Nişantaşı’nda durunuz. Maçka’ya sapmayınız. Sola, Osmanbey’e çıkan caddeye de sapmayınız. Yürüyünüz. Hafif bir yokuş. Bir az daha yürüyünüz, solda bir fabrika bacası, sonra parmaklıklarla çevrili bir bina. Kapıdan giriniz.” (227)
Stüdyoyu daha ilk alındığı günlerde ziyaret edenlerden biri de Cumhuriyet gazetesinin sahiplerinden Doğan Nadi’dir. Sabah 11.00 gibi stüdyoya gelen Doğan Nadi, “kırmızıya yakın, tuğla rengi bir bina” diye anlatır eski fırını. Kapıdan girince duvarlarda “Yavaş olunuz”, “Hızlı konuşmayınız” gibi levhalar karşısına çıkar. Buna rağmen içeriden kahkahalar gelmektedir. Müdüriyet odasına girince Nizamettin Nazif, Muhlis Sabahattin, Vahit ve İhsan İpekçi ve Nail Himmet’in orada olduğunu görür. Muhsin Ertuğrul ve filmde rolü olan sanatçılar Suadiye’ye çekime gitmiştir. Stüdyo müdürü Vahit Bey, Karım Beni Aldatırsa filminin dış çekimlerinden fotoğraflar gösterir. Stüdyonun salonuna doğru ilerlerken, bu kez kapının üzerinde elektrik şirketinin kulübelerindeki ölüm tehlikesi işaretinin bulunduğu bir levha daha görür. Üstünde “Vazifeni bil, başka işe karışma!” yazmaktadır. Bu levhanın Muhsin Ertuğrul tarafından yazdırılmış olduğunu öğrenir. İçerdeki provayı Doğan Bey’in anlatımıyla aktaralım:
“Kalın duvarlardan sızan bir piyano sesi, ne zamandır merakımızı celb edip duruyordu. Nihayet içeri girdik. Burada 3-4 manga asker, ellerinde silahları ile habire talim ediyorlar. Bir taraftan silahların terkine çalışılırken, İpek Film Stüdyoları’nda bu askeri faaliyet nedir diyeceksiniz. Hakkınız var. Fakat keşke her milletin askeri faaliyeti böyle olsaydı. Buradaki mangalar zarif hanımlardan, silahlar da omuzlarındaki küreklerden ibaret. Genç kızlar filmdeki vazifeleri icabı mayoları giymişler. Piyanoda çalınan marşa ayak uydurarak koca odayı dört dönüyorlar.”
Nail Himmet, balet hocası olarak kızları çalıştıran Celal [Bulkat] Bey’in Almanya’da eğitim gördüğünü ve dokuz ay Berlin Operası balet kısmı şefi Max Termis’in yanında staj yaptığını söyler. Köşede oturan kişinin ise Karım Beni Aldatırsa filminin senaryosunu yazan Osman Mümtaz olduğunu da sözlerine ekler. Yani Nâzım Hikmet… Aynı sırada, balet heyetinin fotoğraflarını da Foto Namık çekmektedir. Nail Bey Doğan Nadi’yi teknik bölümlerde de gezdirdikten sonra yeniden aşağı inerler ve Muhlis Sabahattin’in çaldığı film şarkılarını dinlerler.(228)
Her ne kadar stüdyonun açıldığı, makinelerin geldiği duyurulsa da, ağustos ayında bile eksiklerin tamamlanamadığı anlaşılıyor. Vakit gazetesinin 11 Ağustos’taki haberinde, stüdyonun müdürü Vahit İpekçi’nin “Daha tamamen hazırlanamadık, ancak on beş gün sonra her şey yerli yerine oturmuş olacak” dediğini görüyoruz. Aynı röportaj bizi İpek Film Stüdyosu’nun içinde dolaştırarak yeni bilgilere ulaşmamızı da sağlıyor: “Aşağıda büyük bir salon; duvarları seloteks namı verilen seda nakletmeyen bir madde ile örtülü. Burası asıl çalışma yeridir: Filmlerin bütün dahili manzaraları burada çekilecek, projektörlerin güneş ziyaları burayı aydınlatacak, artistlerin sesi burada zapt olunacak, senaryocunun kafasında doğan senaryo burada rejisörün yardımı ile ve artistlerin gayretleriyle hayat bulacak, beyaz perde üstüne aksedebilecek bir hale gelecektir. Tahminen 250 metrekare bir sathı var. Salonun yanı başındaki odada sesi zapt etmeye yarayacak Klang film fabrikasının bir anrepistrman ve ses kontrolü makinesi bulunuyor. Filmlerin developman, fiksaj ve kurutulması için kullanılacak insan boyundan daha yüksek aleti, sıcak ve soğuk hava aletlerini hayretle karışık bir hayranlıkla seyrediyoruz.”
Röportajı yapan “E.U. Senaryo Kursu talebesinden A. Fuat” ve gazetenin sinema sayfasını düzenleyen Fikret Adil, stüdyonun üst katını da gezer: “Aşağıdakinden daha geniş ve daha çok aydınlık bir salon, müteaddit localara ayrılmış, bunlar kadın artistlerin soyunması için yapılmış kamaralardır. Ayrıca bir gardırobu da var.” Koridorun ortasındaki kilitli bir kapıyı açan Vahit Bey “İşte Motipo!” diyerek dikkatlerini çekmeyi başarır. Röportajcımız bu sihirli kelimenin manasını açıklıyor: “Motipo, meşhur Fransız firması Andre Debrien’in piyasaya numune olarak çıkardığı ve ilk olarak Nisantaşı’ndaki İpek Film Stüdyosu’na gönderdiği bir pozitif baskı makinesi. Bu makine resim ve yazılardan maada sadayı da otomatik bir surette basıyor.” Dekorları Vedat Bey [Ar] hazırlamaktadır; “mütevazı sessiz bir genç.” Onun yönetiminde marangozhanede altı yedi işçi çalışmaktadır.
Fikret Adil’in Vakit gazetesindeki 18 Ağustos 1932 tarihli yazısına göre “dahili levazımat” stüdyoya on gün kadar önce gelmiştir. “Stüdyonun içine yerleştirilecek olan aletler, ses alma makineleri ile büyük kudrette elektrik lambalarıdır.” Şirketin anlaştığı ses uzmanı da gelmiş ve işine başlamıştır. “Bu mütehassıs iki ay kadar burada kalacak, filmlerin dahili kısımlarının alınmasına nezaret edecektir.” Fikret Adil (229) yapılan çalışmaları övgüyle karşılamaktadır: “İpek Film müdüriyeti, memlekette film sanayine yardımı dokunabilecek ne kadar sanatkâr varsa hepsini stüdyoda toplamış bulunuyor. Mesela dekoratör olarak stüdyoda İstanbul Sokaklarında filminin Paris dekorlarını yapmış olan Vedat [Ar] Bey’i gördüm. Bundan başka filmde oynayan balet artistlerini de kıymetli Celal [Bulkat] Bey çalıştırmaktadır. Filmlerin senaryolarını yazıp dekupajlarını yapanlar, memleketin sanat aleminin en yüksek şahsiyetlerindendir. Bu itibarla İpek Film elinden gelen her şeyi yapıyor demektir.” (230)
Fikret Adil’in İpek Film Stüdyosu’nda dekoratör olarak çalıştığından söz ettiği Vedat Ar, kendisiyle yıllar önce yaptığımız konuşmada şunları anlatıyordu: “İpekçiler fırını stüdyo yapmak üzere aldıklarında beni çağırdılar: ‘Burası senin eserin olacak, Paris’te gördüklerini burada tatbik edeceksin. Platformlar, dekorlar, dekorların büyüklüğü, panoların ebadı, ne varsa düşün taşın, burada bunları tatbik edeceksin.’ Ben arkadaşımla gece gündüz çalıştım, yer döşemelerini yaptık, tavanları yaptık. Sonunda bir plato halini aldı. Tavanlar pek yüksek değildi. Bir Millet Uyanıyor’da perspektifli dekor yaptık…”
Vedat Ar sonradan eşi olacak İclal Hanım’la da İpek Film Stüdyosu’nda tanışmıştır. Yine yıllar önce yaptığımız konuşmada İclal Ar, babası Edip Bey’in, kızının evde sıkıldığını fark ettiğini ve onu yeni açılan İpek Film Stüdyosu’na yerleştirdiğini anlatmıştı. İclal’in teyzesi Neyyire Hanım’ın eşi de Naci İpekçi’dir. İclal bu nedenle İpek Film Stüdyosu’nda yakın bir aile ortamıyla karşılaşır. İşe başladığı gün onu stüdyonun müdürü Vahit İpekçi Bey karşılar. Ardından Nâzım Hikmet’le, Muhsin Ertuğrul’la ve diğer oyuncularla tanışır.
İclal Ar o yılları şöyle anlatmıştı: “Film montaj işlerini öğrenmeye başladım. Laboratuvar şefi Hoffman benim amirimdi. Bana üst katta bir montaj odası verdiler, burada çalışıyordum. Odama oyuncuların gelmesini Vahit Bey yasaklamıştı. Beni küçük bir kız olarak kabul edip, korumasına almıştı! Ses mühendisimiz Morgen, Tobis-Klang firmasından gelmişti. Nâzım Hikmet o zamanlar İpek Film Stüdyosu’nda senaryo yazarı olarak çalışıyordu. […] Bir gün ‘Paris’ten yeni bir genç dekoratör geldi’ dediler. Vedat’la böyle tanıştım. İpek Film’in dekorlarını yapıyordu. Ben bu arada projeksiyon makinesinde film göstermeyi de öğrenmiştim. Gelen misafirlere stüdyoda film gösteriyordum.”(231)
1932 yazında İpek Film Stüdyosu’nda iki film birden çekilir. Biri Karım Beni Aldatırsa, diğeri Bir Millet Uyanıyor’dur. Temmuz ayında Karım Beni Aldatırsa filminin dış sahneleri tamamlanmış gibidir.(232) Stüdyoda ise hazırlıklar sürmektedir. Yapılan seçmeyle bir araya getirilen “balet heyeti” çalışmalara başlamıştır. Gerçi Yedigün dergisinin de işaret ettiği gibi, Fransız heyetleri denli becerikli olmaları pek mümkün değildir, ama İngiliz ve Amerikan kızlarından aşağı kaldıkları da söylenemez! Bu balet heyetinden, sonraki yıllarda oyunculuğa geçecek genç kızlar, en başta da Cahide Sonku çıkacaktır. Filmin balet heyetinde 42 genç kız yer almakta ve Almanya’da yıllarca bu konuda tahsil görmüş Celal [Bulkat] Bey tarafından çalıştırılmaktadırlar.(233) O dönemin bir tanığı da Osman İpekçi’nin kızı İnci İpekçi’ydi. Kendisiyle yaptığım konuşmada şunları anlatmıştı: “Stüdyoyla ilgili ilk hatıram, balerinlerin provaları. Film stüdyosunun en üst katı terastı. O terasta, yanlış hatırlamıyorsam, ilk reklam filmlerinden biri çekilecek. Bir sürü genç kız, balerin. Şehir Tiyatrosu’nun bale hocası Celal Bey (çok sevdiğim bu insan, sonradan arkadaşım da oldu) tarafından çalıştırılıyorlar. Ben de küçük bir kız çocuğu olarak dolanıyorum aralarında. Bir yanda da banyo kurulmuş. Kızlar bu banyoya girecekler, köpük içinde çıkacaklar[dı].”(234)
Dış sahneler büyük oranda tamamlanınca iç sahneler için stüdyoya geçilir. Karım Beni Aldatırsa setini ziyaret eden Holivut dergisi muhabiri, (235) filmin müziklerini yapan Muhlis Sabahattin’le konuşur: “Muhlis Bey henüz stüdyoya girmişti. Terini kurutmaya vakit bulamadan üstattan fikirlerini öğrenmek istedim. Ricamı memnuniyetle kabul ederek dedi ki: ‘Bu bir ilk tecrübedir. Tabiî bana müteaddit kereler birçok sual tevcih edildi: Film güzel mi? Kendimin de içinde çalıştığım bir iş olduğu için ceffelkalem güzeldir demek doğru sayılmaz. Filim hakkında benim tarifim şu olabilir: Rejisör Ertuğrul Muhsin’in bu ilk yerli filimin muvaffak bir şekilde çıkarılması için gücü neye yetiyorsa, bütün kudret ve kabiliyetini sarf ederek çalışmaktadır.’”(236)
O dönemde İpek Film’in bütün operet filmlerinde olduğu gibi senaryo Nâzım Hikmet’e aitti. Karım Beni Aldatırsa kadrosunda, Feriha Tevfik, Ercümend Behzat, Refik Kemal Arduman, Muammer Ruşen [Karaca] vd. yer alıyordu. Bu filmin çekimleri sürerken Bir Millet Uyanıyor’un çalışmaları da başlamıştı. Fikret Adil’in yazdığına göre bu film için “iri yarı gövdeli gençlerden figüran arandığı” konulu gazete ilanları yayımlanmıştı. (237) Muhsin Ertuğrul’un sinemasını inceleyen Alim Şerif Onaran ise, Bir Millet Uyanıyor’da “perspektif dekor” denen küçük dekorlar kullanıldığının altını çizer.(238)
Holivut mecmuasının 1932 yılı Ekim ayında yazdığına göre, İpek Film Stüdyosu’nda Bir Millet Uyanıyor ve Karım Beni Aldatırsa filmlerinin “dahili ve ses kısımlarının ikmaline” çalışılmaktadır.(239) Bir sayı sonra mecmuanın başmuharriri Muammer Celâl Bey stüdyoyu ziyaret eder. Muhsin Ertuğrul hummalı bir faaliyet içindedir. “Stüdyonun ve sinemaların çok mühim emektarı Süleyman Efendi, o günkü mübayaatı hakkında dert” yanmaktadır. “Maarif Vekili muhterem Reşit Galip Beyefendi stüdyoyu teşrif buyurmuş olduklarından herkeste bariz bir sevinç var; o gün refikaları hanımefendi ile ziyarette herkesi memnun bıraktı. Vali Muhittin beyefendi bu çalışkan kitleye dahi yorulmaz bir kuvvet vermiş gibi geliyor.” (240) Foto Süreyya mecmuası da İpek Film Stüdyosu’nun memlekete getireceği hizmetin büyük olduğunu söyledikten sonra şöyle devam ediyor: “Birçok artistler iş buldular, nakliyeciler istifade etti; terziler, kunduracılar para kazandı. Elektrik Şirketi fazla sarfiyata nail oldu, hülasa Stüdyo’nun şu buhran zamanında bir kısım vatandaşlara iş temini mucib-i memnuniyet bir keyiftir.” (241)
Bu iki filmden ilk vizyona giren Bir Millet Uyanıyor olur. Film 7 Aralık 1932 günü Beyoğlu’ndaki Elhamra ve Melek sinemalarında gösterilmeye başlar. İlanlarda memleket sinema sanayisinin başarısı öne çıkarılmaktadır. Karım Beni Aldatırsa ise 22 Ocak 1933 günü, yine Elhamra ve Melek sinemalarında aynı anda vizyona girer. İlk kez beyazperdeye yansıyan Türkçe operet şarkıları ve İstanbul’un günlük yaşamı seyircileri haklı olarak çok etkiler. Şarkılar dillere, plaklara düşer… İpek Film Stüdyosu’nun kuruluşunun öyküsü böyle özetlenebilir… ( 242)
Filmle ilgili bir ilan
18) FENA YOL
O KOKOS DHROMOS / yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Grigorios Xenopoulos,Nazım Hikmet /görüntü : Theodorakis / Müzik: Sotiria Iatridou/ oyuncular : Marika Kotopouli,Kyveli, Miranta Myrat, Giorgos Pappas,Vasilis Logothetidis, Hristos Tsaganeas, Nitsa Tsaganea , Necdet Mahfi Ayral / yapımcı : Giorgos Helmis, Kostas Theodoridis /Yapımcı : İpek film / Yunanistan,Türkiye / 1933 / 1 saat 20 dakika/
1933 yılında çekilen FENA YOL ,yunanca adıyla O KOKOS DHROMOS’,ikinci Türk-Yunan ortak yapımı filmdir.(birincisi: İstanbul Sıokaklarında) Senaryosunu Grigorios Xenopoulos’un bir romanından Nazım Hikmet uyarlamıştır. (243) Bu sefer kameramanlığı bir yunanlı Theodorakis yapmıştır. Yunan müzikleri kullanıldı. Rolleri Marika Kotopouli,Kyveli, Miranta Myrat, Giorgos Pappas,Vasilis Logothetidis, Hristos Tsaganeas, Nitsa Tsaganea , Necdet Mahfi Ayral paylaştılar. Bazı kısımları Zanta adasında çekildi. Adada yaşayan güzel bir kız olan Hrisula ve onu kıskanan kötü yola düşmüş çirkin Kristina adlı kızların hikaye edildiği bu filmde rumca şarkı ve konuşmalar yer almaktadır.
Film; suç, kaza ve kader konularını tartışan; hem romantik komedi hem de dram unsurlarıyla bu konuları işleyen bir yaklaşımla çekildi. O dönem Nâzım Hikmet, hemen tüm senaryolarını Mümtaz Osman ismiyle yazıyordu. Yunan sinema eleştirmenleri, İpek Film tarafından Yunanistan’ın Zanta adasında çekilen film için “Yunanistan’da çekilen bu ortak yapım, film tarihinin kıymet ve ehemmiyetini ispat edecektir,” diye yazmışlardı. İstanbullu sinemaseverlerden oldukça büyük ilgi gördü ve film haftalarca Melek Sineması’nda gösterimde kaldı. ( 244)
19) NAŞİT DOLANDIRICI
/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nazım Hikmet / görüntü : Cezmi Ar / Oyuncular : Naşit Özcan, Ahmet Güldürür , Hüseyin Siret, Müzehher / yapımcı: İhsan İpekçi, Kani İpekçi / yapımcı : İpek Film / Türkiye / 1933 /
1933 sinema açısında verimli bir yıldı. NAŞİT DOLANDIRICI filmi yapıldı. Naşit Özcan,tuluat sanatçısıydı. ( 245 ) ,Nazım Hikmet senaryoyu Nazım Özcan oynasın diye yazmıştı. (246) Filmde Naşit Özcan, Ahmet Güldürür , Hüseyin Siret, Müzehher rol aldı. Komedi türü filmde, Bir sosyete dolandırıcısının hayatından bir kesit,3 bölümde anlatılmaktaydı.
20) CİCİ BERBER
/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo: Nazım Hikmet / görüntü : Cezmi Ar / müzik : Mesut Cemil Tel / oyuncular : İ.Galip Arcan, Zozo Dalmas, Şayeste Ayanoğlu, Necdet Mahfi Ayral , Ferih Egemen , Muvaffak İhsan Garan, Hadi Hun, Mahmut Moralı, Eyüp Sabri , Feridun Çölgeçen / yapımcı:İhsan İp
ekçi,Kani İpekçi / yapımcı: İpek film / Türkiye / 1933 / Müzikal Komedi /
CİCİ BERBER filmi de 1933’te yapıldı.Senaryo yine Nazım Hikmet’e ait.Müzikal komediydi. : İ.Galip Arcan, Zozo Dalmas, Şayeste Ayanoğlu, Necdet Mahfi Ayral , Ferih Egemen , Muvaffak İhsan Garan, Hadi Hun, Mahmut Moralı, Eyüp Sabri , Feridun Çölgeçen oynuyordu.Müzikleri Mesut Cemil Tel yapmıştı. ( 247 )
Cici Berber adlı müzikli vodvilin senaryosunu Mümtaz Osman takma adıyla Nazım Hikmet yazmıştır.Senaryoya göre;
Gazeteci Selim bir röportaj konusu çıkarmak üzere Beyoğlu’nda lüks bir berber dükkanına girer. ‘Cici Berber’ adıyla tanınan dükkan sahibinin özel hayatına karıştıkları için gazetecilere düşman olması kadar, kasada oturan kızının güzelliği de ilgisini çeker. Bir yolunu bulup dükkana çırak olur. Eleni ile Selim sevişmektedirler. Kıza, kalfalardan Ruşen de tutkundur. Ama Eleni’nin Selim’i sevdiğini görerek, arkadaşlık adına bu sevgiden elini çeker. Selim, Ruşen ve Eleni üçlü bir arkadaşlık kurarlar, birlikte gezerler. Hatta sesi güzel olduğu için Ruşen, Selim adına kıza serenatlar söyler. Bir gece basın balosu verilir. Eleni, babası uyuduktan sonra Selim ve Ruşen’le gizlice baloya gider; orada neş’elenir, şarkılar söyler. Ama biraz sonra uyuduğu sandığı babası da, yanında güzel bir kadınla baloya gelir. Gençler kaçarlar. Yalnız Selim’i başka bir gazeteci arkadaşını durdurarak, baloda bulunan Patavanya sefiriyle görüşmesinin gazeteden telefonla istendiğini söyler. Selim mecburi olarak baloda kalır ve ustasıyla karşılaşır. Bu sırada ondan tuvaletine çok düşkün görünse de, sefirin bıyıklarının kusurlu olduğunu öğrenir. Bu kusurlu bıyığı düzelterek çekingen sefirle dostluk kurup görüşme sağlayan Selim, biraz da arkadaşının boşboğazlığından, gazeteci olduğunu ustasına belli eder. Gazeteci düşmanı Cici Berber, Selim’i kovmak isterse de, baloya getirdiği metresiyle çekilen bir resminin eşine gönderilmesi ihtimali kadar, gazetecilerin kimi imalı gösterilerinden de çekinerek, sonunda Selim’i hem dükkanına hem de damatlığa kabul eder. (sinemaTürk)
21) SÖZ BİR ALLAH BİR
/ yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nazım Hikmet,Maurice Hennequin,Pierre Veber,Mahmut Yesari (248) (249) (250) / görüntü : Cezmi Ar / müzik : Muhlis Sabahattin ,Ezgi / oyuncular : Hazım Körmükçü, Melek Tayfur, Vafi Rıza Zobu, Cahide Sonku, İ.Galip Arcan, Semiha Berksoy, Ferih Egemen, Şevkiye May, Mahmut Moralı, Necla Sertel / yapımcı: İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı: İpek film/Türkiye/ 1933 / Müzikal komedi /
1933 yılı filmlerinden biridir.İpek film gişede başarıyı yakalayınca Müzikal Komedilere yönelir.Bir Fransa tiyatrosundan alıntı yapılır.Maurice Hannequin ve Pierre Veber’in birlikte yazdığı ve Fransa tiyatrolarında 568 kez oynanmış olan ‘’Monsieur de 5 Heures’’ oyunu seçilir.(251)
Senaryoyu Nazım Hikmet yazar,Muhsin Ertuğrul çeker. Şehir Tiyatroları oyuncuları : Hazım Körmükçü, Melek Tayfur, Vafi Rıza Zobu, , İ.Galip Arcan, Semiha Berksoy, Ferih Egemen, Şevkiye May, Mahmut Moralı, Necla Sertel ,yanında ilk defa Cahide Sonku’nun rol aldığı filmdir. (252) Cahide Sonku’da DarüBedayii’den gelmedir, bu filmden sonra starlık yolunda önü açılacaktır. Operet türünde olan filmin müzikleri Muhlis Sebahattin Ezgi’ye aittir. Konusu:
Şadan evli kadınlarla düşüp kalkan bir avukattır. Teyzesi onu da bu durumdan kurtarıp evlendirmek ister. Şadan ise evlilikten korkar. İlkin Büyükada’da kaldığı otelde bir feminist kadınla konuşup tartıştıktan sonra, arkadaşı Arnavut Piştovzade Debreli Recep’in nişanlısı Leyla’ya göz koyar. Recep’i de ertesi gün Mis Sokağı’ndaki garsoniyerinde kendisini bekleyecek evli bir kadın olan Ayten’i görüp artık kendisinin bu işlerden el etek çektiğini söylemek üzere görevlendirir. Recep bu işi görmeye bir kere söz vermiş bulunur. Garsoniyere giderek, orada gördüğü Ayten’e durumu anlatır. Ancak kocasından ayrılıp Şadan’la evlenmeyi iyice kafasına yerleştirmiş olan Ayten , suçüstü yaptırması için kocasına da anonim bir mektup yazarak bu randevudan bilgi vermiştir. Bu yüzden Recep’i bırakmaz; kocasına karşı yalancı çıkmamak için, onu, Şadan’ın yerine kendisiyle yatmaya zorlar; aksi takdirde pencereden atlayarak intihar edecektir. Recep kadının oyununa gelerek onunla kalmaya ve bu sırrı kimseye açıklamamaya söz verir. Ayten bir ara Recep’in giysilerini de pencereden fırlatır atar. Ayten’in kocası Şerafettin polislerle birlikte baskın yapar; Recep’i büründüğü havlu ve başına koyduğu hamam taşıyla karakola götürürler. Orada karı koca ayrılmayı kararlaştırırlar; Şerafettin, Recep hakkındaki şikayetini geri aldığından onu serbest bırakırlar. Recep’in düğün dolayısıyla Arnavutluk’tan halası gelecektir. Leyla otelde ilk kez gördüğü Ayten’i bu hala sanmaktadır. Halbuki Ayten Şadan’ın uşağına Recep’in metresi olduğunu söyler. Uşak Yavuz da bunu Leyla’ya açıklar. Bir yandan da Şerafettin Recep’i karısıyla evlenmeye zorlamaktadır. Leyla da Şadan’la dertleşir. Biri nişanlısının, diğeri de arkadaşının hainliğinden söz açar. Gerçekten Şadan da Recep’i metresiyle kendisine hainlik etti sanmaktadır. İkisi de aldatıldıklarına inanırlar ve birbirleriyle evlenerek bunun öcü-nü almayı kararlaştırırlar. Bu kararı bir öpücükle mühürlemek isterlerken Recep çıkagelir. Onların öpüştüklerini görünce tabancasını çeker, ama tabancada kurşun yoktur. Şadan Recep’i yatıştırır; onun da pekala metresini baştan çıkardığını ileri sürer. Bu durumda Recep gerçeği kendisine açıklamaya mecbur olur. Ama böyle de olsa, Leyla ile Şadan birbirlerini sevdikleri için, Şadan, Recep’ten artık son bir arkadaşlık yapıp Leyla’yı kendisine bırakmasını diler. Recep buna katlanır. Nasıl olsa diğer kadınla namus belası evlenmek zorundadır. Ancak Ayten kocasına, kendisinin bir hafta öncesi baloda bir sarışına göz kırptığını gördüğü için, öç almak üzere bu durumu düzenlediğini, kendisinin Recep’le hiçbir ilişkisi bulunmadığını yeminlerle temin etmiştir ve o da karısından özür dilemiştir. Bu durumda ayrılmalarına ve Recep’in Ayten’le evlenmesine lüzum kalmamıştır. O gece şölen sofrasında Leyla ile Şadan nişanlanırlar. Şadan arkadaşını övmekte, Recep de kendi kendine, bir daha rastgele kimseye söz vermemeye and içmektedir. (253)
22) LEBLEBİCİ HORHOR AĞA
/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo: Nazım Hikmet,Dikran Çuhacıyan, Tekfor Nalyan / görüntü : Cezmi Ar / oyuncular : Behzat Butak, Vasfi Rıza Zobu, Ferdi Tayfur, Feriha Tevfik Negüz , Muammer Karaca,Mahmut Moralı, Necla Sertel, Kadri Ögelman, Osman Türkoğlu / yapımcı: İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı:İpek Film / Türkiye/ 1934/ Komedi/
Dikran Çuhacıyan ve Tekfor Nalyan’ın operetinden Nazım Hikmet’in senaryo uyarlamasıyla 1934 yılında tekrar çekildi. Türk Sinemasında 3’üncü Leblebici HorHor uyarlamasıdır. (254) Behzat Butak, Vasfi Rıza Zobu, Ferdi Tayfur, Feriha Tevfik Negüz , Muammer Karaca,Mahmut Moralı, Necla Sertel, Kadri Ögelman, Osman Türkoğlu ,rol aldı. (Behzat Butak,Vasfi Rıza Zobu,sesiz çekilen 1923 yapımı filmde de rol almıştı)
1875’te bestelenen, ilk defa İstanbul’da 11 Ocak 1876’da sahnelenen üç perdelik operet. ilk Türkçe operetlerdendir. Librettosu Takvor Nalyan’a, müziği Dikran Çuhacıyan’a aittir. İstanbul’da yaşanmış gerçek bir aşk hikayesini konu alır
Filmin ilk gösterimi Istanbul’da Beyoğlu semtindeki “İpek Sineması” ve “Elhamra Sineması”‘nda Mart 1934 tarihinde yapılmıştır.
Yurt dışında festivale gönderilen ilk filmdir, 1934’te Venedik 2. Uluslararası Film Şenliği’nde gösterildi. Yönetmen Muhsin Ertuğrul “Onur Diploması (Honorary Diploma)” almıştır. Film “En İyi Yabancı Film” yönetmenine verilen “Mussolini Kupası” için de aday gösterilmiştir. Bu Türk sineması tarihinde yurt dışından gelen ilk ödül sayılmaktadır. Konusu şöyledir:
Kağıthane’de geçen filmde, Mirasyedi Hurşit Bey’in, Horhor adlı bir leblebicinin kızı Fadime’nin aşk öyküsü anlatılır;
Bir gezi sırasında zengin mirasyedi Hurşit Bey, Leblebici Horhor Ağa’nın kızı Fadime’ye aşık olur. Iki genç gizli gizli buluşup evlenmeye karar verirler. Ama Horhor Ağa buna karşı çıkar. Çaresiz kalan Hurşit Bey Fadime’yi kaçırır.
Gökhan Akçura, geçmişteki başarısızlığın tekrarlandığını ve gişe gelirinin maliyetin çok gerisinde kaldığını dile getirir.(255) Buna rağmen Leblebici Horhor, Türk sinema tarihinde yurt dışından ödül kazanan ilk film olur. 2. Uluslararası Venedik Film Şenliği’ne katılan film onur diploması alır.(256)
22) AYSEL,BATAKLI DAMIN KIZI
/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul/ senaryo: Nazım Hikmet,Selma Lagerlof,Hasan Cemil Çambel / görüntü : Cezmi Ar / müzik: Cemal Reşit Rey / oyuncular : Behzat Butak,İ.Galip Arcan, Hazım Körmükçü, Mahmut Moralı , Talat Artemel, Feriha Tevfik Negüz, Cahide Sonku , Nafia Arcan, Muhsin Ertuğrul, Sami Ayanoğlu, Hadi Hün,Müfit Kiper / yapımcı:İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı: İpek Film / Türkiye / 1934 / 1 saat 20 dakika/ dram
1934 yılında, bu sefer Nazım Hikmet,Selma Lagerlof’un (257) bir hikayesinden,Senaryo yazdı’’AYSEL BATAKLI DAMIN KIZI’’. Cezmi Ar’ın görüntü Yönetmeni olduğu filmde, dönemin güncel yaşamı, gelenek ve kavramları işlendi.Cahide Sonku 15 yaşındayken ‘Aysel’ rolündeydi.Filmin özgün müziğini Cemal Reşit Rey bestelemişti. (258)
(Selma Lagerlof)
Aysel Bataklı Damın Kızı, 1969 yılında, senaryosunu Osman Fahir Seden‘in yeniden kaleme almasıyla, Zafer Davutoğlu yönetmenliğinde ikinci kez çekilmiştir
Nazım Hikmet’in Selma Lagerlöf’ün bir hikayesini seçmesi boşuna değildi. 1935 yılında Atatürk 12.nci Dünya Kadınlar Kongresi’ni İstanbul’da toplıyacaktı. (259).
Muhsin Ertuğrul’un bu filmi,Türkiye’de çekilen köy konulu ilk filmdir, ve Cahide Sonku ,Türk Sinemasının ilk starı olmuştur. ,Behzat Butak,İ.Galip Arcan, Hazım Körmükçü, Mahmut Moralı , Talat Artemel, Feriha Tevfik Negüz, Cahide Sonku , Nafia Arcan, Muhsin Ertuğrul, Sami Ayanoğlu, Hadi Hün,Müfit Kiper , rol almışlardır. . Filmin çekildiği yer Bursa’nın Çalı nahiyesidir.
Konusu: Bataklı Dam’dan Aysel, kasabada, Satılmışzadelerin yanında çalışırken evin erkeğinden hamile kalır. Köyünde çocuğunu doğurur. Çocuğu için nafaka almak amacıyla mahkemeye başvurur. Satılmışzade çocuğun kendisinden olduğunu kabul etmez. Aysel’in mahkemedeki tutumu, orada bulunanlar, özellikle Çamlıbel köyünden Ali’nin üzerinde olumlu etki bırakır. Bu yüzden köyüne kadar gidip onu görerek, umutsuz kıza kendi ailesinin yanında yatalak annesine yardımcı olmak üzere iş teklif eder. Ali’lerin yanında çalışmakta olan Aysel, bir gün çeşme başında Satılmızşade’ye rastlar; eski efendisi kendisine laf atarken Ali çıkagelir; başlayan bir tartışma yarıda bırakılır ve eve dönerler. Ali’nin nişanlısı Gülsüm, böylesine dile düşmüş bir kızın Ali’lerin evinde bulunmasına razı olmaz; bunun üzerine kıza yol verirler. Ali bir süre kendisini zevk ve eğlenceye kaptırır ve düğününden iki gün önce kasabanın meyhanesinde arkadaşlarıyla içerken Satılmışzade’nin de katıldığı bir kavga da bulunur. Bu kavganın sonunda Satılmızade’nin, beynine bir çakının ucu saplanmış olduğu halde öldüğü görülür. Ali pek hatırlayamamakla birlikte bu kavga sonucundan kendini sorumlu bulmaktadır. Kendi çakısının ucunun da kırık olduğunu görünce bu fikri kuvvetlenir ve çakısını evlerinin yöresindeki bataklığa atar. Babası onu görür ve Ali ayrıldıktan sonra, oraya giderek çakıyı bulur, saklar. Ertesi gün nikah vardır. Baba oğul araba sürüp kız evine giderlerken, yolda Aysel’e rastlarlar. Kız, Ali’yi kutlar. Bundan duygulanan Ali, babasına bir adam öldürdüğünü, ama suçundan iyice emin olmadığını söyler. Babası bu açıklamadan ferahlar, durumu kız evine duyurmanın gerektiğini söyler. Gülsümlerde konu açılır; Gülsüm’ün babası bu durumda nikahın yapılamayacağını söyler. Gülsüm de davranışıyla buna katıldığını belli eder. Ali ertesi gün gider, Aysel’i bulur ve ona olup bitenleri anlatır. Onu sevdiğini söyler; hapisten çıkıncaya kadar kendisini bekleyip bekleyemeyeceğini sorar. Aysel hiçbir cevap vermez. Bir-kaç gün önce ondan ödünç aldığı çakının ucunu iş görürken kendisinin kırdığını da Ali’ye söylemez. Doğruca Gülsüm’e giderek, Ali’nin suçsuz olduğunu, eğer onu seviyorsa gidip hapisten çıkıncaya kadar kendisini bekleyeceğini söylemesini salık verir. Gülsüm gider, Ali’yle görüşür, Fakat Ali artık gerçekten sevdiğinin Aysel olduğunu ona açıklar. Bunun üzerine Gülsüm, Aysel’in de onu sevdiğini bildiğini söyler. Sonunda gerçek suçlu bulunur; Ali de Aysel’e kavuşur. (260)
Türk Sinemasının ilk kadın yıldızı olan Aysel (Cahide Sonku)’nun filmde kullandığı eşarp,o dönemin modasına öncülük etti,’’Aysel Eşarpları’’ adıyla reklamları yapıldı.
Selma Lagerlof’un yazdığı hikayenin orijinal adı ‘’Bataklı Damın Kızı: TösenFran Stormyrtorpet’’ idi. Hasan Cemal Çamlıbel bunu Türkiye şartlarına uyarlamış , gazete ve dergilerde yayınlanmıştı.
Atilla Dorsay film hakkında yazdığı yazıda eleştirileri var :
(Film kameranın uzun bir kaydırmayla doğayı kat ederek ulaştığı bir köyde geçiyor. Düşsel bir köy bu. Öncelikle kadın-erkek kahramanları hiç de Türk Köylüsü gibi durmuyor… Kadınlar Cahide Sonku veya Türkiye Güzeli Feriha Tevfik’in sarışın,duru ve ‘kuzeyli’ fiziğine sahip. Erkekler ise (en azından bir bölümü) takma sakalları,uzun siyah giysileri, geniş kenarlı şapkaları ve makyajları içinde,bir Eugene O’neil uyarlamasından ya da bir western’den çıkmış gibi duruyorlar. Ve konuşmaları da kitabi,sanki hemen hepsi geldikleri Darülbedayi’nin kibar ve dile hakim konuşma tarzıyla,yer yer uzun cümleler ve tumturaklı bir üslupla konuşuyor,ve sanki Nazım’dan çok,Muhsin Ertuğrul’un tarzını ve kişiliğini yansıtıyor.) (Atilla Dorsay)
Dikkat edilecek bir husus,ilk defa Bir köylü kızının tecavüzden sonra mahkemeye başvurması,1934 yılında sinema yoluyla halka verilmiş en büyük mesajdır.
Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme hakkı 5 Aralık 1934’de tanındı. Bu film çekildiğinde daha kanun çıkmamıştı.Türkiye’de bu dönemde, kadınların ataerkil aile yapısı içinde güçsüzlüğü düşünülürse, Aysel’in mahkemede hakkını araması ,ilerici,aydın,güçlü bir kadın duruşudur. Ve,hakim’in mahkeme sonunda Aysel’e ‘’İnsanlarla olan davan sona erdi kızım’’ demesi, aslında; çaresizce, suç işleyen insanları hakimin suçlamasıdır.
Filmin son sahnesi için Haldun Taner’in yazdığı bir yorum var ki müthiş;
‘’Arabanın yanında bir köylü kızı yürür,yemenisi güzel saçlarını,cepkeni ince endamını,şalvarı ceylan gibi bacaklarını saklamasını,ve üstelik sırtı da size dönük olmasına karşın,gözünüzü ondan alamazsınız.Çocukluktan yeni çıkmışlıkla dişiliğe basmışlığın Rodin’i çıldırtan o tam kıvamında bileşimi,önünüzde gidiyordur.Araba gider ağaçlıklı yolda ve köylü kızı yürür onun yanında.Bir yürüyüş değil,şarkı söyleyiştir bu. Vücuduyla, varlığıyla,dişiliğiyle,saflığıyla. Rejisör bu yürüyüşü yakalamış ya,yürütür de yürütür kızı.Siz de bu yürüyüş hiç bitmese dersiniz. Bir yürüyüş bundan şiirli,bir genç kız bundan güzel olamaz ‘’ (Haldun Taner)
Cemal Reşit Rey ‘Aysel Senfonisi’ adıyla film için özgün bir beste yapmıştır. Bu da Sinemamızda bir ilktir.Ancak filmin yeniden gösteriminde, bu müzikler kısmen atılmış,yerlerine çeşitli türküler serpiştirilmiştir. Sadi Konuralp’e göre Cemal Reşit Rey’in ‘Aysel Senfonisi’nin notaları kayıptır.
Filmin özgün müziği ve şarkılar hakkında Atilla Dorsay’ın görüşü şöyle ; (Film kimi sahnelerde Cemal Reşit Rey imzalı dramatik bir müziğe başvururken, ara yerde çok bizden bir müzik olayı var. Örneğin Münir Nurettin Selçuk ses bandına tam beş şarkısıyla katılıyor ve sanki bir mini konser veriyor. Meyhane sahnesinde zamanın büyük oyuncusu Hazım Körmükçü bizzat bir türkü söylüyor. Bir sahnede ise Ali’nin bir folklor dansı var. Tüm bunların filme uygunluğu bir yana, kattığı belge değeri yadsınamaz) (Atilla Dorsay)
Atilla Dorsay filmle ilgili eleştirisini yaparken M.Ertuğlul’un sinemasını da değerlendiriyor:
/Öncelikle Etruğrul’ûn çok çeşitli etkilerl,akımları, ustaları ve onların temel özelliklerini aynı potada eritme gücü hayret verici.Ertuğrul’un sineması ,genelde sanıldığı gibi statik,durağan bir sinema değil.Kaydırmalar yerli yerinde kullanılıyor;uzak,orta ve yakın çekimler de öyle. Yer yer üstten çekimler bile var. Tüm bunlar,çoğu zaman,usta bir kurguyla,günümüz sinemasına yakın hızlı bir tempo ve akıcı bir estetik sağlıyor. Ertuğrul bunu yaparken, uzun tiyatro ve sinema kariyerinde rastladığı ve etkilendiği akımlara başvuruyor.Örneğin, Almanya’dayken bizzat tanık olduğu Dışavurumculuk, birçok sahnenin siyah beyaz estetiğini yaratıyor.Sık sık sinrmamızın ilk kez eğildiği kırsal kesime ve köye çevirdiği kamerası bir belgesel gibi,köylülerin günlük yaşamını,ekimi,hasadı,harmanı gibi şeyleri saptıyor.Ve elbette aklımıza emeğin büyük tasvircisi Eisenstein geliyor. Bir meyhane sahnesi var ki,aynen Emile Zola, Ali’nin bir babası var ki, ezik tavrı ve yaralı yüzüyle tam bir Notre Dame’ın kamburu.Yani bu kez Victor Hugo.)*
- Atilla Dorsay,100 yılın 100 Türk FilmRemzi Kitabevi,İstanbul-2013
(Bataklı Damın Kızı filmi tuttu. Onu tutturan ne milyonlara mal olmuş bir dekor,ne de biçimsizliğinde güzellik bulunan bilmem hangi Amerikalı yıldız oldu. Onu kalabalığa sevdiren,bir rejisörün filozof gözüyle kımıldanan, dile gelen kara topraktır.) (Giovanni Scognamillo)
Feriha Tevfik,1929 yılında Cumhuriyet Gazetesinin düzenlediği yarışmayla Türkiye’nin ilk Güzellik Kralylerş saptıyoriçesi, seçilmişti.
Giovanni Scognamillo, Muhsin Ertuğrul’un 1930’lu yıllarda İpekçiler’in yapımcılığında çektiği filmlerde ticari kaygıların ağır bastığını ve gişe garantisi için popüler konuların seçildiğini ifade eder.(261) Ancak Ertuğrul, İpekçilerin mali krize girdikleri bir dönemde, ilk kez ticari baskı olmaksızın bağımsız olarak nitelendirilebilecek bir film yapar.(262) 1934 yılında Aysel, Bataklı Damın Kızı filmini çeker. Selma Lagerlöf’ün Bataklı Damın Kızı (Tösefran Starmyrtorpet) adlı hikâyesi Hasan Cemal Çambel tarafından sinemaya uyarlanır.(263)
Baha Gelenbevi, Türk sinemasının ilk köy filmi olarak kabul edilen Aysel, Bataklı Damın Kızı filmi hakkında şu değerlendirmeyi yapar:
Burada köy yaşamı fazlaca mefkureleşmiş (idealize edilmiş) idi; fakat yine de şimdilerde moda olan “Anadolu realizmasından mesaj” getirdik diye, “sefalet şarkısı” söylemiyordu hiç olmazsa. Zaten Anadolu’da hiçbir zaman sefalet olmamıştır, sefalet sanılan şey “zaruret”tir. Sefalet pislik ve acizdir, zaruret ise kaderdir yalnızca. İşte Muhsin, bu kılpayı farkı idrak etmiştir.(264)
Nijat Özön ise Muhsin Ertuğrul’un Aysel, Bataklı Damın Kızı filmini görüntüleri bakımından Muhsin Ertuğrul-Cezmi Ar ikilisinin en başarılı filmi olarak değerlendirir.(265) Ne var ki filmdeki köyün bir dekor olmaktan öteye geçemediğini ve filmin genel olarak köydeki sosyal gerçekliği yansıtmaktan uzak olduğunu ileri sürer.(266) Giovanni Scognomillo’ya göre de Aysel, Bataklı Damın Kızı, sinema olmaya daha yakındır; ancak filmin oyunculuktan dekorlara kadar birçok kusuru vardır.(267)
23) MİLYON AVCILARI
/ yönetmen:Muhsin Ertuğrul / senaryo: Karl Farkas,Emeric Pressburger,İrma Von Cube,Nazım Hikmet / görüntü:Cezmi Ar / müzik:Muhlis Sabahattin,Ezgi / oyuncular : Hazım Körmükçü,Vasfi Rıza Zobu, Feriha Tevfik Negüz, Necla Sertel, SamiAyanoğlu, Necdet Mahfi Ayral, Muammer Karaca, Sait Köknar,Mahmut Moralı, Ferdi Tayfur,Melek Tayfur / yapımcı:İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı :İpek Film / Türkiye/ 1934 / Komedi /
1934 yılının bir diğer filmi de ‘’MİLYON AVCILARI’’dır. Senaryoda Karl Farkas,Emeric Pressburger,Irma von Cube,Nazım Hikmet isimleri yazılıdır. (268) (269) (270) Çünkü eserin orijinali ‘’Sehnsucht 202’’ isimli 1932 yılında Alman Yönetmen Max Neufeld’in yaptığı,müzikal komedi filmin senaryosundan uyarlanmıştır. (271)
Nazım Hikmet bu filmin senaryosunu ‘’Milyon Avcıları’’ olarak uyarlamıştır. Müzikleri Muhlis Sebahattin Ezgi düzenlemiştir. Tiyatromuzun tecrübeli sanatçıları, Hazım Körmükçü,Vasfi Rıza Zobu, Feriha Tevfik Negüz, Necla Sertel, SamiAyanoğlu, Necdet Mahfi Ayral, Muammer Karaca, Sait Köknar,Mahmut Moralı, Ferdi Tayfur, Melek Tayfur rol almıştır. Konusu:
‘iki Ahpaplar’ lavantacı dükkanının sahipleri Hazım’la Ferdi para sıkıntısı çekerler; işler de kesat gitmektedir. O sırada Melek isimli zengin bir kız, ‘Kırk Yılda Bir Düşen Fırsat’ rumuzuyla bir ilan bürosuna başvurarak, parasını işletmek üzere sermaye yatırımı yapmak istediği ilanını verir. Diğer yandan tezgahtar olarak iş arayan bir fakir kız da ‘Çıtıpıtı 202’ rumuzuyla bir ilan verir. Patronla yaptığı bir tartışma sonucu siniri bozulan büro memuru, iki ilana ait isimleri birbirine kanştırır: Böylece zengin kızın verdiği ilan. ‘Çıtıpıtı 202’ rumuzuyla sermaye arayan lavantacı dükkanına yollanır. Ortaklardan Ferdi bir yandan kızın başvurmasını beklerken, öteki ortak Hazım ilan bürosuna gidip ‘Çıtıpıtı’ diye seslenerek ilan sahibini kalabalık arasında arar; başına gelmedik kalmaz. O sırada Melek de büroya uğramış, kendisine laf attığını sandığı bu yakışıklı erkekle tanışmıştır. Hazım, gerçekte sermaye teklifinde bulunanın Melek olduğunu bilmez. Diğer yanan Feriha da lavantacı dükkanına ‘tezgahtarlık’ yapmaya gelir. Bunu zengin kızın bir kaprisi olarak kabul ederler. Ferdi de Feriha’yı sever. Bu yüzden ortağının ısrarına rağmen, ondan para isteyemez. Hazım da bunun üzerine onu bir odaya kilitleyerek, Feriha ile Ferdi’nin o akşamki randevusuna kendisi gider ve orada uygun biçimde Feriha’dan kendilerine sermaye yardımında bulunmasını rica eder. Kendisine sırf bu yüzden ilgi gösterildiğini sanan Feriha, Hazım’a tokatı yapıştırır. Bu olay geçerken, Hazım telefonu sakladığı için Ferdi kapatıldığı yerden kurtulmak için kimseye haber de yollayamaz. Ama bir ara telefon çalar, ses yazıhanenin gözünden gelmektedir. Ferdi telefonu bularak cevap verir. Arayan Melek’tir. Hazım’ı sormaktadır. Ferdi, ‘önemli bir mesele olduğu gerekçesiyle’ kendisini kurtarmasını Melek’ten rica eder. O da bir polis ve bir çilingirle gelerek Ferdi’yi kurtarır. Birlikte Hazım’la Feriha’nın bulunduğu gazinoya giderler. Orada Hazım’ı Feriha’yla birlikte görüp de kendisinin atlatıldığını anlayınca Melek de Hazım’a bir tokat yapıştırır ve kızların ikisi de erkeklerin yalvarmalarına aldırmadan uzaklaşırlar. Ancak yalnız başlarına kalınca, erkeklerin kendilerini gerçekten sevdiği intibaını edinirler ve ertesi gün, iş bulma bürosunda yeniden onlarla karşılaşınca barışırlar, Ferdi Feriha’yı, Nazım da Melek’i yanına alarak evlenme bürosuna giderler. Böylece iş tatlıya bağlanır olur. Hazım, gerçekte sermaye teklifinde bulunanın Melek olduğunu bilmez. Diğer yandan Feriha da lavantacı dükkanına ‘tezgahtarlık’ yapmaya gelir. Bunu zengin kızın bir kaprisi olarak kabul ederler. Ferdi de Feriha’yı sever. Bu yüzden ortağının ısrarına rağmen, ondan para isteyemez. (272)
TİYATRO’DAKİ GELİŞMELER
Bu dönemde Tiyatrodaki gelişmeler şöyleydi:
1926 yılında, Darülbedayi’de Sanat yönetmenliği için de SSCB‘de tiyatro eğitimi görerek yurda dönen Muhsin Ertuğrul seçildi. Sanatçılar da aylığa bağlandı. 1930’da tiyatronun belediye bütçesinden belli bir ödenek alması öngörüldü, 1934’te kurum resmen’ İstanbul Şehir Tiyatrosu’ olarak anılmaya başlandı. Tiyatronun başında bulunan Muhsin Ertuğrul, ilk zamanlarda seyirci ve her oyun için temsil sayısını artırma yolunda bir kampanyaya girişti. “3 defadan 100 defaya” sloganı gerçekleştirildi. 1926’da “Hamlet” en çok 7 defa arka arkaya temsil edildi; bu sayı 1959’da, aynı oyunun sahneye konuşunda 170’e çıktı. Bu başarıyı hızlandıran sebeplerden biri de Tepebaşı Sahnesi’nde yeni bir sanat dalı olan operetler oynanmasıdır. İlk yıllarda, Ekrem Reşid Rey ve Cemal Reşid Rey’in yazıp bestelediği operetler, ilgiyi ve seyirci sayısını artırdı. (vikipedi)
1935 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen, devlet tiyatrosu, operet, opera ve temsil kollarının kurulması için Raşit Rıza’ya başvurdu. Milli Eğitim Bakanlığı Reşat Nuri Güntekin’den de bir rapor istedi ve yine talep üzerine Muhsin Ertuğrul, Batı Avrupa ülkelerinin tiyatro yönetmeliklerinde yaptığı incelemeler sonucunda bir taslak hazırlandı. 27 Mart 1935 tarihinde ise Alman Besteci Paul Hindemith’le imzalanan sözleşme ile Devlet Konservatuarının kurulması için çalışmalar başlatıldı. 22 Şubat 1936 tarihinde imzalanan bir başka sözleşme ile Carl Ebert, Türkiye’ye getirildi. 6 Mayıs 1936 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak kurulan Ankara Devlet Konservatuarı, 1 Kasım 1936 tarihinde eğitime başladı, ( 273)
1935’ten itibaren ilk defa Çocuk Tiyatrosu oyunları sergilenmeye başladı. Bu arada ,Muhsin Ertuğrul 1936’da kurulan Ankara Devlet Konservatuarı’nda ders vermeye başladı
Bu dönemde ülkemizde kısa filmi geliştirmeyi amaçlayan önemli bir çaba TBMM’nin 1935 yılında kabul ettiği 3122 sayılı yasadır. Uzun metrajlı filmlerden önce belgesel film gösterilmesini kurala bağlayan ve bu koşula uymayan işletmecilere yaptırım uygulanmasını öngören yasa, ne yazık ki, hiçbir zaman tam olarak işlerlik kazanamamıştır.
24) AYNAROZ KADISI
/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Necdet Mahfi Ayral,Musahipzade Celal / görüntü: Cezmi Ar / müzik:Cemal Reşit Rey/ Oyuncular : Hazım Körmükçü,Şevkiye May, Nevin Akkaya, İ.Galip Arcan, Refik Kemal Arduman, Sami Ayanoğlu, Behzat Butak, Muammer Karaca , Müfit Kiper, Mahmut Moralı,Halide Pişkin, N3cla sertel,Vasfi Rıza Zobu, Kadri Ögelman/ yapımcı; İhsan İpekçi,Kani İpekçi /yapımcı:İpek Film/Türkiye/ 1938 / 1 saat 30 dakika/ Müzikal komedi/
AYNAROZ KADISI filmini 1938 yılında yaptı. Müsahipzade Celal’in eserinden(274) ,Necdet Mahfi Ayral‘ın (275) senaryo- laştırdığı filmi,Cezmi Ar’ın kameramanlığı ve Cemal Reşit Rey’in müziğiyle, Muhsin Ertuğrul yönetti. Bazı sahneleri Yunanistan‘da çekilen filmin ilk gösterimi 1 Aralık 1938 tarihinde Beyoğlu‟ndaki İpek ve Melek sinemalarında yapıldı. Afişlerinde “Türkçe Sözlü ve şarkılı‟ ifadesiyle reklamı yapılmıştı. : Hazım Körmükçü,Şevkiye May, Nevin Akkaya, İ.Galip Arcan, Refik Kemal Arduman, Sami Ayanoğlu, Behzat Butak, Muammer Karaca , Müfit Kiper, Mahmut Moralı,Halide Pişkin, N3cla sertel,Vasfi Rıza Zobu, Kadri Ögelman, rolleri payulaştı. Konusu;
Şeyhülislam Kehkeşanizade Lem’i Molla’nın bacanağı Divriki Yakup medreseyi bitirip, yardımlarla çeşitli görevlerde bulunduktan sonra rüşvet ve kadın düşkünlüğünden dolayı sonunda bir kadılığa getirilir. Mahkeme katibi Rüknetlin’in yardımı ile, hakların yitirilmesi için hile-i şer’iye yollarına başvururlar. Kalyoncu Adem Ağa’nın mahkemede işini görürken onu soyup soğana çevirirler. Afroditi isimli Rum dilberinin ailesinden kalma 15 bin duka altını olduğunu öğrenen Aynaroz’lu papazlar bu parayı elde etmek isterler. Yakup, Afroditi’nin paralarını ele geçirilmesinler diye önce kızı evine kapatır, buradan kaçırılması üzerine peşlerine düşer, altınları geri aldığı gibi kızı da sevdiği Rum genci ile evlendirir. Aynoroz baş papazının Şeyhülislam nezrinde açtığı davada ise Yakup çeşitli oyunlarla (arada rüşvetle vererek) şikayetçi rahibi haksız duruma düşürür, rahip davasından vazgeçerek canını kurtarır. Aynaroz Kadısı Nevres halasının kızı Nesime ile nişanlıdır, eniştesi Hayret Efendi padişahın saksoncu başısıdır (köpek çobanı). Eşref, Nevres’in iyi dostudur. Neşati zevk alemlerinde gezen bir dalkavuktur. Çengi Şehnaz, Nevres’e vurgundur, Eşref ise Çengi Şehnaz’a… Bir gün Neşati, Eşref’i Şehnaz’ın bulunduğu bir eğlenceye götürür, burası yeni sadrazam ol-muş Hayret Efendi’nin yalısıdır. Eşref ile Şehnaz burada buluşurlar. Yeni sadrazam Eşref ve Neşati’ye görevler verir. Sadrazama danışmanlık yapan Neşati, önemli meselelerde karar vermek için aşık atmasını önerir. Aşık, cuk oturunca mesele olumlu halledilecektir. Sadrazam, Fransız setirinin işini bu yolla olumlu çözerken, yeniçeriler için olumsuz karar verir. Yeniçeriler ayaklanırlar. Araya adamlar konularak, padişaha sunulmak üzere bir tezhipçide (Nevres’in babası Revnaki) bulunan bir kitabı vererek Hayret Efendi’nin hayatını kurtarırlar. Sonunda Nevres ile Nesime evlenirler (276)
25) BİR KAVUK DEVRİLDİ
/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul /senaryo: Necdet Mahfi Ayral, Müsahipzade Celal / görüntü : Cezmi Ar / oyuncular : Hazım Körmükçü , İ.GalipArcan , Mahmut Moralı, Emin Beliğ Belli, Vasfi Rıza Zobu , Muazzez Arçay,Sami Ayanoğlu / yapımcı: İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı: İpek Film / Türkiye / 1939 / 1 saat 24 dakika /
1939 yılında çekildi. Müsahipzade Celal’in eserinden Necdet Mahfi Ayral senaryolaştırdı. Hazım Körmükçü , İ.GalipArcan , Mahmut Moralı, Emin Beliğ Belli, Vasfi Rıza Zobu , Muazzez Arçay,Sami Ayanoğlu rol aldı. Konusu :
Kapalıçarşı esnafından tezhipçi Revnaki’nin oğlu Nevres, halasının kızı Nesime’yle nişanlıdır. Eniştesi Hayret Efendi, padişahın saksoncubaşısıdır (köpek çobanı). Çarşı esnafından kemhacı Salim Ağa’ıım kalfası Eşref, Nevres’in iyi dostudur. Kavukçu Neşati de zevk alemlerinde gezen bir dalkavuk. Çengi Şehnaz, Nevres’e vurgundur. Eşrefse çengi Şehnaz’a … Bir gün Neşati, çengi Şehnaz’ın da bulunduğu bir eğlentiye Eşrefi de götürür. Burası yeni sadrazam olmuş, saksoncubaşı Hayret Efendi’nin yalısıdır. Zevkine düşkün bir adam olan Hayret Efendi’nin yalısında Eşref Şehnaz’la buluşur; içki içerler, biraz sonra da Şehnaz Neşati’nin kavuğunu giyerek Eşrefle birlikte yalının bahçesine giderler; ‘zevk-ü sefa’ ederler. Yeni sadrazam, Neşati’ye divan efendiliği, Eşrefe de veznedarlık görevlerini verir. Kendisini ziyarete gelen kayınbiraderi Revnaki’ye de divan kethüdalığını teklif eder. Ancak Revnaki, mesleğinin küçük görüldüğünü ve düşünürünün kendisini kendi ‘küfvüne’ ulaştırmak için böyle bir teklifte bulunduğunu anlayarak bunu kabul etmez. Bunun üzerine Hayret Efendi, onu küçümseyerek yanından uzaklaştırır. Ama sadrazamlık cahil işi değildir. Kendisine danışmanlık eden Neşati, önemli meselelerin çözümü için Hayrettin’in aşık atmasını ve aşık ‘cuk’ oturursa, o meseleyi olumlu olarak sonuçlandırmasını salık verir. Bu tutumla işe girişen Hayret, sonunda başını derde sokar. Bir yandan aşığa başvurarak Fransız sefirinin işini kolaylaştırırken, kem hacıların işini zorlaştırır. Bir yandan da yeniçerilerin ulufesinin verilmesini yine aşığa danışarak ikinci plana alır. Bunun üzerine yeniçeriler ayaklanarak, sadrazamın kellesini isterler. Sadrazamlığı, padişaha etkide bulunarak, alınır satılır bir ‘makam’ durumuna getirmiş bulunan silahtar ağa ile padişahın bir diğer yakını, yeni bir kazanç imkanı sağlayabilmek için zaten bunu gözlemektedirler. Ancak aynı kimseler, padişaha sunulmak üzere, tezhipçide bu lunan ve aylardır peşinde koştukları halde elde edemedikleri bir değerli kitap uğruna Hayret’in canını bağışlatmak niyetindedirler Revnaki cam gibi sevdiği kitabı vererek, Hayret Ağa’nın hayatını kurtarır. Çocuklar da artık sosyal seviye farkı ortadan kalktığı için rahatça evlenebileceklerdir (277)
26) ALLAHIN CENNETİ
/ yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Ziya Şakir / görüntü : Cezmi Ar / müzik: Sadettin Kaynak / Oyuncular : Feriha Tevfik Nagüz ,Hazım Körmükçü, Behzat Butak, Münir Nurettin Selçuk, Muhip Arcıman, Nezihe Becerikli, Emin Beliğ Belli, Hadi Hün,Muammer Karaca , Halide Pişkin, yapımcı : İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı: İpek Film / Türkiye/ 1939 /
1939 yılında yapılan bir diğer film de ALLAHIN CENNETİ. Ziya Şakir (278) yazdığı romandan ,Muhsin Ertuğrul için senaryolaştırdı. Sadettin Kaynak(279) müziklerini yaptı. Bazı şarkıları Münir Nurettin Selçuk seslendirdi. (280) Tiyatromuzun tanınmış oyuncuları,Feriha Tevfik Nagüz ,Hazım Körmükçü, Behzat Butak, Münir Nurettin Selçuk, Muhip Arcıman, Nezihe Becerikli, Emin Beliğ Belli, Hadi Hün,Muammer Karaca , Halide Pişkin, rol aldı.Beyoğlu İpek ve Saray sinemalarında,İzmir’de Elhamra sinemasında gösterime girdi. Konusu:
Şevket Bey’in uçarı yeğeni Şadan, aynı zamanda kızı Leyla’nın nişanlısıdır. Şevket Bey tabloları, kuşları, balıklarıyla uğraşan zengin bir ressamdır. Boğaziçi onun için Dünyanın Cenneti’dir. O da bu cennetteki yalısında kız kardeşi Nüzhet ve iki kızıyla oturmaktadır. Avukat Şadan hayatı yalanla dolu, Leyla’ya verdiği sözleri tutmaz, çeşitli kadınlarla ilişkisini çözememiş, ama sempatik bir gençtir. Şevket Bey’in ona özel bir düşkünlüğü ve sempatisi vardır. Selma (evin küçük kızı) için Münir Engin’den piyano ve şan dersleri alınması kararlaştırılınca, bu konu-da Şadan kendilerine yardımcı olur, çünkü Münir arkadaşıdır. O gece Boğaz’da bir gazinoya giderek Münir’i dinlerler. Orada Şadan, Münir’le görüşür; yeğenine ders vermesini sağlar .: Şadan’in Leyla’ya karşı eski ilgisi yoktur. Her fırsatta yeni yeni kadınlarla tanışıp gününü gün eder. Münir yahya gelip Selma’ya ders vermeye başladıktan sonra Leyla’yla tanışır ve zamanla ona tutulur. Diğer yandan yalının aşçısı Veli, zenci hizmetçi Yasemin’e tutkundur. Münir ders dolayısıyla yalıya geldiği günlerde Leyla’nın çaldığı piyano eşliğinde şarkılar da söyler. Bir gün Moda Deniz Kulübü’nde Leyla, Şadan yüzünden onun sevgililerinden biriyle tatsız bir tartışmaya girer. Şadan Nüzhet Hanım’a yolladığı bir mektupla Leyla’nın bu hareketini ve Münir’le yaptığı arkadaşlığı hoş karşılamadığından bahisle sitemlerde bulu nur. Bu durumda özür dilenerek Münir’in derslerine son verilir. On beş güne kadar Leyla ile Şadan evleneceklerdir. Bu arada Veli de Yasemin’le evlenmelerine izin vermesi için beyden ricada bulunur. Şevket Bey, Boğaz’ı da içine alan kendi bahçesinin tablosunu yapmakta; ona, ‘Allahın Cenneti’ adını takmak istemektedir. Ancak bahçeye koyduğu iki kişiden Leyla’nın resmini yapmış; Münir ayrılmadan önce, onunkini bitirememiştir. Onun yerine Şadan’ın resmini koymayı düşünür. Ama o günlerde Şadan’dan “fevkalade ve ani bir sebeple Viyana’ya gideceğini, ne zaman döneceğinin de belli olmadığını bildiren bir telgraf alırlar. Aslında Şadan piyasayı da dolandırarak, Ketty isimli uygunsuz bir kadınla Viyana’ya kaçmıştır. Leyla üzüntüsünden yataklara düşer. Diğer yandan Münir de büyük bir üzüntü içindedir. Bir gece arkadaşı Nihat’la birlikte Boğaz’da gezerek şarkı söyler. Bu şarkı Leyla’nın kulağına kadar ulaşır. Yeğeninin Münir’i unutamadığını anlayan Nüzhet, konservatuara gidip yeniden ders vermesi için onu yalıya çağırır; üstü kapalı bir biçimde Leyla’nın durumundan da söz eder. Fakat Münir gururunu her şeyden üstün tuttuğu için bu çağrıya uymaz. Ama. Şevket Bey ve Nüzhet bu durumu Leyla’ya bildirmezler. Ancak onların yapamadığını talih yapar: Bir gün Arnavutköy açıklarında babasının, oyalansın diye kendisine aldığı motora bağlı kızakta kayarken, Leyla denize devri-lir; akıntıya kapılır ve güçlükle kurtarılarak bir Sağlık Yurdu’na yatırılır. Münir haberi alınca ismini vermeyerek kızın sağlığıyla ilgilenir. Sonra da Nihat’ın ısrarlarına dayanamayarak Sağlık Yurduna gider. Leyla ağır bir zatüre geçirmektedir. Yüksek ateş içinde seyreden hastalığı sırasında devamlı olarak Münir’i sayıklar. Münir hastanın başında söylediği bir şarkıyla onu süküna kavuştunir Sonraları yavaş yavaş Leyla iyileşir. Filmin sonunda Leyla ile Münir’in, Yasemin’le Veli’nin çifte düğünleri yapılır. Böylece Şevket Bey de artık tablosunu tamamlayabilecektir. (sinemaTürk)
27 / TOSUN PAŞA
/ yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nazım Hikmet , Jean de Letraz (281) / görüntü : Cezmi Ar / müzik :MuhlisSebahattin,Ezgi/ oyuncular : HazımKörmükçü,Vasfi Rıza Zobu,Mahmut Moralı,Feriha Tevfik Negüz,Halide Pişkin,Necla Sertel,Şevkiye May,Süavi Tedü / yapımcı : İhsan İpekçi,Kani İpekçi/ yapımcı: İpek Film/ Türkiye/ 1939 / 1 saat 17 dakika /
Jean De Letraz’ın ‘ Bichon’’ adlı oyunu Tosun Paşa adıyla Nazım Hikmet uyarladı. ‘Bichon’ adıyla 1936 yılında Fernand Rivers tarafından Fransa’da filmi yapılmıştı. (282)
Konu : Evi işyerinin yanında olan bisiklet fabrikatörü Demir, kızı Leyla’yı ortağı Ziya ile evlendirmek ister. Ancak kız, fabrikada ‘katip’ adı altında her işte çalıştırılan becerikli ve sportmen Tekin’i sevmektedir. Evin oğlu Yavuz, bir ara Ziya’nın tanıştırdığı ve kendisinin de ilişki kurduğu Masume adlı bir kadının çıkagelip ondan bir çocuk peydahladığını söyler. Bunların birbirlerini görmemeleri için, özellikle aykırı bir ziyaretçi olunca Tekin borazan çalarak ötekilere haber verir. Leyla, Tosun’dan kendi gayri meşru çocuğu olarak Ziya’ya söz edince; kendisinin de bir çocuğu olduğundan dem vuran Ziya buna aldırmaz, “Birlikte büyür giderler,” der. Ama aslında Tosun, Ziya’nın metresi Masume’den olma kendi çocuğudur. Ortada başka çocuk da yoktur. İki ortağın iş ilişkileri bozulup Ziya’nın bir metresi de olduğu anlaşılınca Demir, kızını onunla evlendirmekten vazgeçer. Ziya da çocuğuna iyi bakan Şahende’yle evlenir. Şirketin hisse senetlerinin de çoğuna sahip olan Şahende, bisiklet yapımına yenilikler getirecek bir yeni buluşun uygulanmaya konması bakımından Tekin’i tutar! Artık herkes Tekin’den yanadır. Yine de gönlü olsun diye Demir’den özürler dilenir. O da en sonunda kızını Tekin’le evlendirmeye razı olur. (Alim Şerif Onaran, “Muhsin Ertuğrul’un Sineması”) yalçın özgül (SinemaTürk)
Giovanni Scognamillo’ya göre, Muhsin Ertuğrul’un İpekçiler dönemindeki tekeli Musahipzade Celâl’in oyunlarından uyarlanan Aynaroz Kadısı (1938) ile Bir Kavuk Devrildi (1939); Ziya Şakir Sado’nun eserinden uyarlanan Allahın Cenneti (1939), Jean de Letraz’in Bichon adlı oyunundan uyarlanan Tosun Paşa (1939) filmleri ile sona erer.(283)
Faruk Nihat Kenç adında yeni bir yönetmen ,film piyasasına girmişti. İlk sinema filmleri olan “Taş Parçası” (1939), “Yılmaz Ali” (1940) ise “Kıvırcık Paşa” (1941)’yı Haka Film adına sesli olarak çekti. “Taş Parçası”, Muhsin Ertuğrul’un tekelinde gözüken bir dönemi bitirip yeni bir dönem başlatan film olarak; Vala Nureddin’in bir eserinden uyarlanan “Yılmaz Ali,” Türk sinemasının ilk polisiye filmlerinden biri olarak sinema tarihinde yer aldı. Senaryolarını yazdığı bu filmlerde yönetmenlik ve kameramanlık yapmıştı. (Vikipedi)
Faruk Kenç,daha sonraki filmlerinde Belgin Doruk ve Ayhan Işık’ı oynatarak ,sinemamıza iki Star kazandıracaktır.
28) AKASYA PALAS
/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul/ senaryo : Georges Feydeau, Mahmut Yesari,Necdet Mahfi Ayral / görüntü : Cezmi Ar / oyuncular : Hazım Körmükçü, Necdet Mahfi Ayral, Sait Köknar, Vasfi Rıza Zobu, Cahide Sonku, Refik KemalErduman /yapımcı: İhsan İpekçi,Kani İpekçi/ yapımcı: İpek Film / 1940 /Komedi /
Mahmut Yesari’nin,Georges Feydeau’nun(284) ‘’La Puce a L’oreille’’ adlı oyunundan esinlenerek yazdığı hikayeyi Necdet Mahfi Ayral senaryolaştırmıştır. (285)
Konusu : Ayazpaşa’da bir köşkte oturan Kamil ve Kami iki kardeştir. Kamil’e aitken Kami’nin kullandığı bir eşyanın Akasya Palas Oteli’nden eve gönderilip Kamil’in eşine verilmesi dolayısıyla Pakize, kocasının çapkınlığından şüphelenerek arkadaşı Mevhibe’nin yardımıyla onun kendi ağzından yazdığı bir mektupla kocasına Boğaziçi’nde Akasya Palas Oteli’nde randevu verir. Bu mektubu Kamil arkadaşı Sezai’ye ve Doktor Bedri’ye okur ve Zeynel’e gösterir. Sezai mektubun kendisine ait olması gerektiğini ve yanlışlıkla Kamil’e gönderilmiş bulunduğunu düşünür, Zeynel ise karısı Mevhibe’nin yazısını tanır. Sezai, Kamil, Karnı ve Zeynel, her biri ayrı ayrı amaçlarla Akasya Palas’a gelirler. Yine Pakize, evin hizmetçisi Eleni ve Mev hibe de bu maksatlara hizmet etmek, etrafı gözlemek ya da birbirlerine yardım etmek gayesiyle aynı otelde bulunurlar. Otelin Ermeni sahipleri Surpik’le Onnik’in Cafer adlı içkici ve tembel bir uşakları vardır. Cafer tıpkı tıpkısına Kamil’e benzer. Çeşitli olaylarla kişilerin karışmasından ortaya çıkan kargaşalığı bu benzerlik büsbütün arttırır. Otelde ve patronun bir iş için gönderdiği köşkte Cafer’in görülmesi ve Kamil’in yerine konması, otel sahipleriyle densiz Se zai’yi, kıskanç Zeynel’i, savruk Kami’yi, şaşkın Cafer’i ve mütecessis Pakize ile Mevhibe’yi, kendileri için unutulmayacak bir ders oluşturacak, fakat sonunda hepsini de temize çıkaran olaylarla karşılaştırır. Olayların çözüm noktası, Kamil’le benzeri Cafer’in karşı karşıya gelmeleridir. Kyn:( Alim Şertif Onaran “Muhsin Ertuğrul’un Sineması”) yalçın özgül
1967 yılında yönetmen Michael Hayes ‘A Flea in her Ear’ TV filmini yaptı. 1968 yılında 20th Century Fox firması tarafından Sinema filmi yapıldı. 1990 yılında yönetmen Michael Alfonso Videosunu yayınladı.
(286)
29) ŞEHVET KURBANI
:/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nazım Hikmet, Perley Poore Sheehan (287) / görüntü : Cezmi Ar / müzik:Muhittin Sadak / oyuncular : Cahide Sonku,Necla Sertel , Nevin Akkaya, Gülseren Sadak, Ferdi Tayfur, Sait Köknar,Süavi Tedü , Kadri Ögelman, Cahit Irgat, Hadi Hün, Saim Bilge, Müfit Kiper, Kani Kıpçak, Muhip Arciman, Muhsin Ertuğrul / yapımcı: İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı : İpek Film / Türkiye / 1940 / 1 saat 13 dakika /
Perley Poore Sheehan’ın 1927 de senaryosunu yazdığı ve Victor Fleming’in yönettiği ‘’The Way of all Flesh’’ (288) filmini Nazım Hikmet Türkçeye uyarlamıştır. Muhsin Ertuğrul’un çekim tarzı, ve konusunun benzerliğinden dolayı ,bazı sahneler, Josef Von Sternberg’in 1930 (Der Blaue Engel- Mavi Melek)filmiyle örtüşür. Marlene Dietch’in yerini Cahide Sonku, Emil Jannings’in yerini Muhsin Ertuğrul almıştır.(289)
- m
Aynı konu, 1940 yılında yönetmen Louis King tarafından filme alınmış, Akim Tamiroff başrolü oynamıştır. Cahide sonku’nun yerinde Muriel Angelus vardır. (290)
Konusu : Dış Tecim Bankası’nın veznedarı Ahmet Barksever, işinde düzenli, aile hayatında düzenli, prensip sahibi bir adamdır. Karısı ve biri erkek, biri kız iki çocuğuyla mutlu bir hayat sürmektedir. Akşamları kızının dersleriyle uğraşır; yemekten sonra oğlunun çaldığı kemanı dinler . Bir gün kendisine Adana’da tahsil edilecek bir para için görev verilir. Bu amaçla bindiği tren hareket ettikten sonra, bir ara istasyondan binen bir kadın da onun kompartımanına girer. Yolculuk hali aralarında konuşmalar olur. Kadın, bu kapalı erkeği açmak için bir yandan orasını burasını açarak imalı hareketlerde bulunur; bir yandan da Adana’ya hangi amaçla gittiğini öğrenir. Bu bir bar kadınıdır. Ertesi gün Adana’ya vardığında bar sahibiyle ortağına bu rastlantıdan söz eder ve veznedarın Adana’da tanınmış bir firmadan topluca bir para alacağını da sözlerine ekler. Bu üç kişi aralarında bir plan kurarak, veznedarı bara düşürmenin bir yolunu bulurlar. Bu plan gereğince kadın, veznedar parayı tahsil ettikten sonra, sanki rastlantıymış gibi yanına yaklaşır ve kendisini ağabeyinin gazinosuna buyur eder. Bar sahibinin ortağını da orada ‘ağabeyim’ diye tanıtır. Birlikte yiyip içip eğlendikten sonra gece geç vakit bardan çıkıp demiryolu boyunca yürürlerken, birden önlerine bir serseri çıkarak, veznedarı, başına vurduğu bir sopayla bayıltır. Bu arada bar sahi-bi de ortaya çıkarak çantayı ve kadını alır; oradan uzaklaşır. Bir süre daha orada kalıp veznedarın iyi durumdaki ceketini de alan serseri, o sırada kendine gelen adamla boğuşmak zorunda kalır. Veznedar bu boğuşma sırasında, onu, gelen trenin altına fırlatır. Sonra da kurtarmak istercesine makinistlere bağırırsa da sesini duyuramaz. Serseriyi tren ezmiş ve tanınmayacak bir hale getirmiştir. Veznedar bu durumda, çantasını da çaldırmış olduğu için evine dönemez. Öldürdüğü serserinin hüviyetine bürünerek, bar sahiplerine sığınır. Serserinin üzerinden çıkan veznedarın kimlik cüzdanına bakarak, onun öldüğüne hükmederler. Ahmet Barksever bundan sonra, yeni hüviyeti içinde sığındığı barda sigara satmakla vakit geçirir ve günün birinde de bütün gerçeği öğrenir. Ama artık iş işten geçmiştir. Bir gün tuzağına düşürdüğü yeni bir kurbanına diller döken kadını duyunca, dayanamaz, “Yalan, bana da öyle söylemişti,” demekten kendini alamaz. Kendisini oradan uzaklaştırıp döverler; sonra da barla ilişkisini keserler. Ahmet Barksever serseri hayatını daha on, on beş yıl sürdürdükten sonra, bir gün İstanbul’a gelir. Önce kendi mezarını ziyaret eder; sonra da ünlü bir viyolonist olan oğlunun konserine gider. Onun her akşam çaldığı ve bir zamanlar zevkle dinlediği parçayı son defa oğlundan dinler. Konser çıkışında, oğlu, kapıda bekleyen babasını tanıyamaz. Dilenci sanarak sadaka verir. Ahmet Barksever geceleyin, kendi evinin etrafında dolanırken, sofrada olan oğlu köpek sesleri duyarak bahçeye çıkar ve yaşlı . adamı orada görür. Aç ve üşümüş olduğunu düşünerek, kendi sıcak yuvalarına, sofralarına çağırır. Yaşlı adam son kez evini ziyaret eder; onu kimse tanıyamaz. Yemekten sonra oğlunun çalacağı kemanı dinlemek istemez; sokağa çıkar, karlar içinde ilerlerken yere düşer. Bu onun son düşüşüdür,
(Kyn: Alim Şerif Onaran “Muhsin Ertğrul’un Sineması”) yalçın özgül Çekim yeri: İstanbul (Stüdyo, Haydarpaşa Garı, Maltepe, Mecidiyeköy, Eminönü) İlk gösterim: 6 Haziran 1940, İpek Sineması, İstanbul
Muhsin Ertuğrul, özellikle Cahide Sonku’nun çekim gücünden yararlanır. Ertuğrul, Aysel, Bataklı Damın Kızı, Şehvet Kurbanı ve Kıskanmak filmlerinde başrol verdiği Cahide Sonku ile Türk sinemasına ilk büyük kadın yıldızını kazandırır.
Sabiha Sertel, Muhsin Ertuğrul’un Şehvet Kurbanı filmini gayet başarılı bulur ve Ertuğrul’un Türk sinemasını da tıpkı tiyatroda olduğu gibi daha ileri taşıyacağını düşünür:
[Eserin filme çekilişinde bazı küçük kusurlarına rağmen fevkalâde muvaffakiyet vardır. Şimdiye kadar çekilen filmler tiyatronun ilk Türkiye hudutlarına girdiği gün geçirdiği iptidailik gibi bir devre geçirdikten sonra bu eserde çok ileri bir tekâmüle mazhar olmuştur. Ertuğrul Muhsin, Türk Tiyatrosu’nu uzun mücadelelerden sonra nasıl Avrupa ayarında bir tiyatro haline getirmiş ise, bu eserle de sinemayı böyle bir tekâmüle kavuşturacağını müjdeliyor.(291)
30) NASRETTİN HOCA DÜĞÜNDE
/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul, Ferdi Tayfur / senaryo : Burhan Felek (292) /görüntü: Cezmi Ar / müzik: Sadettin Kaynak / oyuncular : Hazım Körmükçü,Necla Sertel , Muazzez Arçay, Şükriye Atav, Sami Ayanoğlu, Reşit Baran ,Reşit Gürzap, Sadettin Kaynak,Müfit Kiper , Müzeyyen Senar,Zati Sungur, Ferdi Tayfur / yapımcı:İhsan İpekçi,Kani İpekçi,/ yapımcı : İpek Film / Türkiye / 1940 /
Konu : Bir sünnet düğünü nedeniyle bir araya gelen tanıdıklar dans edip eğlenirken, sünnet çocuğunun Nasreddin Hoca fıkraları istemesi üzerine,birisi Hoca fıkraları anlatır. Hazım Körmükçü’nün canlandırdığı Nasreddin Hoca bölümü ardından, filmde sünnet düğünü gününe dönülür. Saadettin Kaynak, Müzeyyen Senar ortaya çıkarlar. Karagöz oyunu: “Karagöz’ün Şairliği”; orta oyunu “Kanlı Nigar” ve ünlü sihirbazımız Zati Sungur’un illuzyon numaraları perdeye gelir. Sonra da Ferdi : komedyen Laurel(Lorel) ile Hardy(Hardi) kuklalarıyla onları taklit edip sünnet çocuğunu ve davetlileri eğlendirir. Çekimi 1940’da başlayan filmin
Nasreddin Hoca bölümünü Muhsin Ertuğrul çekti. Yarım kalan film 1943’de Ferdi Tayfur tarafından, eklenen sünnet düğünü bölümüyle tamamlandı.
31) KAHVECİ GÜZELİ
/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nazım Hikmet,Muhsin Ertuğrul / görüntü : Cezmi Ar / müzik: Sadettin Kaynak / oyuncular : Münir Nurettin Selçuk,Nevin Seval, Talat Artemel,Nezihe Becerildi, Muazzez Arçay, Behzat Butak, Avni Dilligil, Mümtaz Ener, Hadi Hün, Cahit Irgat, Kani Küçük, Hazım Körmükçü, /yapımcı:ihsan İpekçi,Kani İpekçi/ yapımcı:İpek Film / Türkiye / 1941 / 1 saat 22
Bu film, Baha Gelenbevi tarafından içerikten yoksun ancak görüntü nizamı açısından temiz bir film olarak değerlendirilir. (293) (294)
Konu : Müşterisizlikten kapanma noktasına gelmiş bir kahvehanenin, Tekin ile Keloğlan’ın işe girmelerinden sonra işleri açılır, müşterisi artar. Tekin, güzel sesi ve yakışıklılığıyla da dillere destan olur, Kahveci Güzeli diye nam salar. Kafdağı Sultanı bile kızını ona vermek ister, lakin onun gözü Zeynep’tedir.
32 ) KISKANÇ
/ yönetmen:Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nazım Hikmet / görüntü : Cezmi Ar / oyuncular : Süavi Tedü,Fatma Urkan, Cahide Sonku, İ.Galip Arcan, Muhsin Ertuğrul , Nevin Akkaya, Fatma Andaç,Muazzez Arçay, Sami Ayanoğlu, Behzat Butak, Kani Kıpçak, Necla Sertel / yapımcı: İhsan İpekçi,Kani İpekçi/ yapımcı: İpek Film / Türkiye / 1942 /
Kıskanç 1942 yılında çekilen Muhsin Ertuğrul‘un yönettiği ve aynı zamanda başrolünde de oynadığı Polisiye filmdir. Cahide Sonku, Suavi Tedü, Galip Arcan ve Handan Adalı‘nın da oynadığı filmin senaryosunu Nâzım Hikmet yazmıştır.
Konu : Cemil, karısı ölünce hizmetçisi Nuriye’yle evlenir. Böylece lise sıralarındaki kızı Şefika’nın da korunacağını sanır. Nuriye güzel, fakat ahlakça zayıf bir kadındır. Tutarsız para harcama alışkanlığından başka, erkeklere de düşkündür. Bu yüzden Cemil’in iş arkadaşlarından İhsan’la da ilişki kurar. Bir kıskançlık nöbeti sırasında karısını vurmaya kalkan Cemil sonradan pişman olur, ondan özür diler, hediyeler vererek gönlünü alır. Çünkü onu sevmektedir. Yaptığı aşırı harcamalar ve borçlanmalardan dolayı kendisini uyaran katibi Kemal’i işinden, karısının kışkırtmalarından dolayı tartıştığı kızı Şefika’yı evinden kovar. Şefika teyzesinin yanına yerleşerek öğrenimini sürdürür. Sonradan babasıyla anlaşmak için yazdığı mektuplara Cemil cevap vermez. Nuriye aynı yaşayışı sürdürmekte, kocasını aldatmakta ve aşırı harcamalarla yıkmaktadır. Aradan iki yıl geçer, Şefika hukuku bitirir, avukat olur. Kemal’le sevişmektedir. Bir gün ikisi bir gazinoda iken, Nuriye’yi bir gençle görürler. Biraz sonra bir gazinoya gelen İhsan, Nuriye’yi alır, götürür. Onlar gazinodan çıkarken, kendilerini Cemil de görür. Arkalarından izler, İhsan’ın evine girdiklerini anlar. Nuriye evden ayrılınca Cemil, İhsan’ı vurur. Sonra da eve gelerek, ilkin suçu Nuriye’ye atacak bir düzen düşünmüşken, sonra-dan bundan vazgeçer ve gider, teslim olur. Kızı, kendisini hapishanede görmek, mahkemede savunmak isterse de Cemil buna razı olmaz. Yine de babasını savunmak umuduyla Şefika mahkemede tanıklık yaparken, Cemil oracıkta kalp durmasından ölür. (sinemaTürk)
SİNEMADAN KOPUŞ
1939 yılına gelindiğinde ,sesli sinemanın etkisiyle ve konulu filmlerin çoğalmasıyla şehir ve kasabalarda sinema salonları çoğalmış,yaz aylarında bahçe sinemaları açılmaya başlamıştı. Türk filmlerine ilginin çoğalması,salon sahiplerinin talepleri sayesinde finansmanın daha kolaylaştığı bir sistemin gelişmeye başlamasının etkisiyle 1939-1950 döneminde yeni yönetmenlerin ve yapımcıların ortaya çıktığını görüyoruz.
(1939-1950) arası dönem, eleştirmenlerce ‘’Türk Sinemasının geçiş dönemi’’ olarak ifade ediliyor. Muhsin Ertuğrul’un ve İpek Film’in sinemadaki tekeli artık kırılmaktadır. (295) (296)
1938 yılında ‘’Taş Parçası’’ filmiyle Faruk Kenç (1910-2000) sinemaya adımını atar. (297). Bu dönemin ilk yönetmenidir. Dönemin sinema yazarlarından biri olan Burhan Arpad, Mimar Sinan Sinema Televizyon Merkezi tarafından hazırlanan Türk Sinema Tarihi (1986) adlı belgeselde, bu film için “Ertuğrul’un başına düşen taş” ifadesini kullanır.(298)
1964 yılına kadar 26 film yapar.
‘
Halil Kamil (1898-1963)(Ha-Ka) film şirketi kurulur. İlginç bir müteşebbisti. 1937 yılında Mecidiyeköy’de bir stüdyoda dublaj yaparak sinemaya başladı.Montajı öğrenerek bir belgesel yaptı. Vizyoner görüşü ve ticari zekasıyla Sinemada gelecek olduğunu fark etti. Faruk Kenç’le film yapmaya başladı. (299) Ne yazık ki 1968 yılında Baltayla vurularak feci bir cinayete kurban gitti.(300)
Bu arada 1942 yılında Cumhuriyet’in ilk yabancı film yönetmeni Adolf Körner ortaya çıktı. Çekoslovak bir komedyendi. Ha-Ka Film teklifi üzerine yönetmen oldu.1942 yılında 3 film yaptı: (Hülleci) , (Kerem ile Aslı),(Sürtük) (301)
Diğer bir yönetmen de Şadan Kamil(1917-2009) ‘dir. Almanya’da Baerische Lebranstahl für Lichtbildwesen’de fotoğrafçılık ve ses kayıt mühendisliği üzerine eğitim alan Kâmil, meslek yaşamına 1943 yılında Onüç Kahraman adlı filmi yönetmekle başladı.] Kısa süre sonra senaryo yazmaya başlayan sanatçı, 1949 yılından itibaren görüntü yönetmenliği de yapmaya başladı. 1958 yılında kadar 15 film yönetti. (302) (303)
Sırasıyla aşağıdaki yönetmenler sinemamızda görülmeye başladı:
Baha Gelenbevi (1907-1984) 1944 (Deniz Kızı)
Talat Artemel (1901-1957) 1944(Hürriyet Apartmanı)
Şakir Sırmalı (1916-2004) 1946 (Unutulan Sır)
Turgut Demirağ (1921-1987) 1947 (Bir Dağ Masalı)
Çetin Karamanbey (1922-1995) 1948(Kanlı Taşlar)
Engin Ayça’ya göre, Geçiş Dönemi’nde Muhsin Ertuğrul’un yönetmenlik tekeli kırılmış; ama bu dönemde film çekenler aynı estetik kalıplarla aynı seyirci kitlesine film yapmışlardır.(304)
Bu dönemde,Muhsin Ertuğrul, 1941’de ‘’Perde ve Sahne’’ adlı dergi çıkardı 1947’de Devlet Tiyatrosu’nun kurulmasıyla ,sinema’dan uzaklaşarak tiyatroya yoğunlaştı.Ankara’da Küçük Tiyatro ve Büyük Tiyatro’yu kurdu. Demokrat Parti’yle arası açılınca istifa edip İstanbul’a geçti ve Küçük Sahne’yi kurdu.
33 ) YAYLA KARTALI
/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Necdet Mahfi Ayral,Faruk Nafiz Çamlıbel / görüntü: Yuvakim Filmeridis / müzik:Sadettin Kaynak / oyuncular : Hadi Hün,Cahide Sonku, Reşit Baran,Behzat Butak , Mümtaz Ener, Gülistan Güzey , Mahmut Moralı, Necla Sertel, Nevin Seval, Perihan Tedü, Suavi Tedü , Vasfi Rıza Zobu,Yaşar Özsoy / yapımcı: Fuat Rutkay/ yapımcı: Halk Film /Türkiye / 1945 /
Konu : Türkçülüğe meraklı olan Reşit (Hadi Hün) yeğeni ve yengesiyle birlikte çiftliklerinde mütevazi bir yaşam sürerken, köye yolu düşen bir tiyatro kumpanyası oyuncuları ile tanışır. Oyunculardan Nermin’ in (Cahide Sonku) yardımı ile topluluğa katılır. İstanbul’ da çalıştığı sıra ünlü bir oyuncu olmuştur. Reşit bir süre sonra sosyete çevresine girer, Nesteren’ le (Nevin Seval) tanışır. Zengin bir kadın olan Nesteren Nermin’ e Reşit ile ilişkisini kesmesi için para teklif eder, Nermin kabul etmez. Bir süre sonra Reşit’ in şöhreti hızını kaybeder. Nesteren’ le birlikte olur. Nesteren’ de Reşit’ i terkeder. Nermin barda çalışmaya başlar. Reşit sonunda Nermin’ in ısrarı ile köyüne döner.
34 ) KIZILIRMAK KARAKOYUN
/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nazım Hikmet(Ercüment Er adıyla)/ görğntü : Yuvakim Filmeridis / müzik:Muzaffer Sarısözen / oyuncular : Nevin Seval,Perihan Yanal, Behzat Butak,Vasfi Rıza Zobu , Hadi Hün , Nafia Arcan,Reşit Baran, İsmail Dümbüllü, Mümtaz Ener, Mahmut Moralı, Kadri Ögelman / yapımcı : Fuat Rutkay / yapımcı: Halk Film / Türkiye / 1946 /
Konu : Bir bey kızı olan Hatice ile köyün çobanı Selim’in büyük aşklarının, sonu ölümle biten hazin hikâyesini konu edinmektedir.
Bir yürük obasının beyi olan Hüseyin Ağa’nın kızı Hatçe, üvey anası Zehra’nın çekilmeyecek dereceye varan zulmü ve tahriklerine karşı avuntuyu Çoban Selim’in namuslu sevgisinde bulmuştur. Selim’i ağanın karısı Zehra da sevmektedir. Zehra bir gün, çobana duyduğu sevgiyi açıklar; fakat Selim bu haram sevgiyi kabul etmez. ‘Deryadil’ bir halk filozofu olan Ferhad’ın akıllıca girişimi, çobanla bey kızı arasındaki ilişkiyi açığa vurarak Selim’i kovdurmaya çalışan Şaban’ın entrikasını önler. Ferhad evliliğin gerçekleşmesini ağır bir şarta bağlatır: Çoban üç gün tuzla beslenecek koyunları ırmaktan su içirmeksizin geçirirse, Hatçe’yi alabilecektir. Selim kavalının büyülü nağmeleriyle beklenmedik bir mucize yaratır: Koyunlar, hatta inatçı Karakoyun bile, kavalın sesine kapılarak su içmeden ırmaktan geçerler. Zehra ve Şaban, çobanla evlenince Hatçe’nin anasından kalan mirası alıp götüreceğini düşünerek, bunu önlemek üzere onu öldürmeyi kararlaştırırlar, Bir geyik avında Şaban’ın gizlice attığı bir kurşunla yaralanan Selim, hadiseyi kazaya yorar. Girişimlerinin başarısızlığı Zehra ile Şaban’ı başka düzenlere yöneltir. Hüseyin Bey’in üç bin altın borçlanmış olduğu Ali Ağa’yı kışkırtırlar. Öteden beri Hatçe’yi oğluna almayı tasarlayan Ali Ağa, Hüseyin Ağa’yı sıkıştırır … Üç günde kızı vermezse mahkemeye başvuracağını söyler. Selim, ağasını kurtarmak için sevgisinden vazgeçer. Böylece Ali Ağa’nın oğlu Mehmet’le Hatçe’nin düğün hazırlıkları başlar. Düğün günü kız, obasından alınıp kasabaya götürülmekte iken; gelinin atı tam Kızılırmak köprüsünün ortasına gelince çökerı köprü yüzünden gelin alayı sulara gömülür, Gelin, kendisini kurtarmak isteyen çobanın artık ‘namahrem’ olmuş elini tutmak istemeyerek boğulur,
1967 yılında Ömer Lütfi Akad Filmi yeniden çekti..Yılmaz Güney ve Kadir Savun’un oynadığı film, Ö.Lütfi Akad’ın önemli filmlerinden biri olup, 1968 yılında Siyad tarafından en iyi film seçildi.
1993 yılında tekrarının Şahin Gök’ün yönetmenliğinde 3.ncü kez çekildiğini görüyoruz.1994 yılında Adana Film festivalinde ‘’En İyi Editing’’ ödülü verildi.
35) EVLİ Mİ BEKAR MI
/ yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Muhsin Ertuğrul / görüntü : Cezmi Ar / oyuncular : Heyecan Başaran, Fikret Hakan, Münir Özkul,Agah Hün,Suna Pekuysal, Kamuran Yüce, İbrahim Delideniz / Yapımcı: Doğan Kardeş Yayınları / Türkiye / 1951/Kısa Film / Renkli/ 17 dakika/
Komedi tarzında, kısa öykülü, Yapı Kredi Bankası,Doğan Kardeş yayınları adına Bursa Çelik Palas’ta renkli çekilmiş bir reklam filmidir.
Konusu: Bir çift otele gelip yerleşir. Yemek zili çalınca salona inip geniş bir masaya otururlar.ancak burası rezervedir.Bir aile kızları damat ve torunlarıyla gelir.Başka masaya geçerler. Bu kalabalık aile, bu bekarların ne işi var otelde diye müdüriyete şikayetçi olurlar. Otel müdürü,gençlere gelip önemli olmadığını ama tanıdığı bir kuyumcuda ucuz sahte altın yüzük satıldığını, gidip almalarını,parmaklarında yüzük olduğu sürece mesele olmayacağını söyler. Genç adam uyduruk yüzük almaktansa fırsat bu fırsat gerçek yüzük almak için Yapı Kredi Bankasından para çeker. Otele geldiklerinde,aileden evli sandıkları için büyük iltifat görüp,masalarına davet edilirler. Bu arada basnkadan bir mektup gelir, YKB çekilişinde İstanbul’da bir ev ikramiye çıkmıştır.
36) HALICI KIZ
/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Mebrure Sami Alevok,Vedat Nedim Tor/ görüntü : Cezmi Ar / müzik: Hasan Ferit Alnar/ oyuncular: Heyecan Başaran,Agah Hün, Handan Ertuğrul, Asuman Korad, Altan Karındaş, Müfit Kiper, Neriman Esen,İbrahim Delideniz,Viktorya Haçikyan, Mehdi Yeşildeniz, Kemal Tözem, Kadri Ögelman, Münir Özkul, Sadri Alışık,Şükran Güngör,Kamuran Yüce, Suna Pekuysal / yapımcı: Kazım Taşkent / yapımcı: Doğan Kardeş Yayınları / Türkiye/ 1953/ Renkli / 1 saat 27 dakika/
Konu : Güzelliğiyle çevresine ün salan işçi kız Gül’ün macera dolu yaşamının öyküsü. Halıcılık yaparak geçimini sağlayan Isparta’da yaşayan bir kızın çileli ilginç yaşantısını yansıtmış. Etkileyici ve bir o kadarda güzel bir film. “Gül” annesiyle birlikte halı dokuyarak geçinir. Kendisi de çok güzeldir çok iyide halı dokur. Bir süre sonra annesi vefat edince sahipsiz kalan Gül Isparta’dan ayrılır. İstanbul’a tren’le gider her gittiği yerde güzelliği yüzünden ya saldırıya uğrar yada kıskançlığa sebep olur. En sonunda dağ başında yaşayan bir adamla tesadüf tanışır o da Dağlı “Agah Hün”dür. Ve hayatını o değiştirir mutlu mesut yaşar onunla.
Bilindiği gibi öncelikle sinemamızın ilk uzun metraj renkli filmidir. Başta Heyecan Başaran’ın oyunculuğu, güzelliği masumiyeti filmi alıp götüren etkenler arasında. Tiyatrodan oyuncuların ağırlıklı olduğu ve kısa rollerde yer aldığı bir filmdir. Yapı Kredi Bankası’nın desteği ile çekilir. Burcu Yasemin Şeyben’e göre, Halıcı Kız projesinin Ertuğrul’a emanet edilmesi ve bankanın açtığı kredi onun isminin piyasada hâlâ geçerli olduğunu göstermektedir.(305)
Aslında bu filmden önce renkli çekilmiş iki film daha vardır. Turgut Demirağ’in And Film için çektiği ‘’Evvel Zaman İçinde’’ renkli filmi aynı zamanda ilk çizgi film özelliğine sahip,ancak film ,laboratuar için gönderildiği Amerika’da kaybolur. 1954 yapımı Ali İpar’ın çektiği ‘’Salgın’’ filmi ise ikinci renkli film kabul edilmektedir.
Seçkin Sevim’in(bakınız 295) makalesinden alıntı yapılmıştır:
Halıcı Kız filminin ilk olarak Vedat Nedim Tör’e ait bir senaryoya göre ve Şehir Tiyatrosu oyuncularıyla gerçekleştirilmesi planlanmıştır.(306) Daha sonra ise Mebrure Sami Alevok’un hazırladığı bir senaryodan yola çıkılarak Isparta’da geçen bir olaya dönüştürülmüş; çoğunlukla Küçük Sahne ve Devlet Tiyatrosu oyuncuları ile birlikte hayata geçirilmiştir.(307) Ne var ki film, teatral özellikleri ve Heyecan Başaran’ın halıcı kız rolüne uygun olmayışı nedeniyle gişede büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır.(308) Baha Gelenbevi, Muhsin Ertuğrul’un bu filmdeki başarısızlığının, Türkiye’de renkli filmin yaygınlaşmasını en az on yıl geciktirdiğini ileri sürer.(309) Fikret Hakan’a göre, Ertuğrul bu filmde umduğunu bulamayınca sinemayı bırakır.(310)
Bu filmden sonra Muhsin Ertuğrul Tiyatro’ya odaklandı. İkinci kez Devlet Tiyatroları genel Müdürlüğüne getirildi ve Tiyatronun gelişmesine büyük katkıları oldu.
SONUÇ
Muhsin Ertuğrul’un sinemasını değerlendirmeye cüret edecek değilim. Eleştirmenlerce çok ağır eleştiriler olmakla birlikte , övgü dolu eleştirilerde mevcuttur.
Bu araştırmayı ve tarihinsel akış içinde incelemeye çalıştığım M.Ertuğrul ve Sineması hakkında bir eleştiride bulunmam mümkün değil çünkü eleştirmen değilim. Tarihi perspektiv içinde bir arşiv çalışması yapmaya çalıştım. Ancak çeşitli eleştiri ve görüşlere de bakmamız gerekir.
Örnek: Nijat Özön’e göre : onun 17 yılı boşa geçen yıllardır.(311) “bu on yedi yıl büsbütün boş geçseydi daha iyi olurdu; zira üç filmin kazandırdıkları yanında geri kalanların getirdiği kötü alışkanlıklar çok daha ağır basıyordu.” (312)
Nijat Özön’e göre, Muhsin Ertuğrul’un Almanya’da rejisörlük yaptığı filmler dördüncü, beşinci sınıf bir şirketin yapımcılığında gerçekleştirilmiştir.(313) Bu filmlerin senaryolarına kaynaklık eden eserler de “çırpıştırma işi” serüven romanlarıdır.(314)
Özön’e göre, Muhsin Ertuğrul ne Almanya’daki ne de Rusya’daki sinema deneyimlerinden gerektiği kadar yararlanabilmiştir. Almanya’da Ekspresyonizm’in, Sovyet Rusya’da ise Devrim Sineması’nın revaçta olduğu dönemde bu ülkelerde film çekmiş olmasına rağmen bu iki önemli sinema anlayışının filmleri üzerindeki etkisi çok sınırlıdır. (315)
Aslında bu filmler kayıptır,ve izleyip eleştiri yapmak mümkün değildir. Nijat Özön bu filmlerin hepsini izlemişmidir? (bu konuda bir kaynak yok)
Diğer eleştirmenler, filmleri izlemedikleri halde,ister istemez Nijat Özön’ü kaynak olarak kullanmaktadırlar, Necip Tosun bu konuda yorum yapar:
(Ulaşamadığı film hakkında görüş bildirmek zorunda olan yazarlar, kaçınılmaz olarak yazılı kaynaklara, özellikle Nijat Özön’ün yaklaşımlarına teslim olmak zorunda kalmışlardır. Sinema eleştirmenleri bu dönemlerle ilgili yazılarında Nijat Özön’ün yaklaşımlarının aksine neredeyse tek satır yazamamışlar, bu yazarın genellemelerine tam bir uyum içerisinde değerlendirmeler yapmışlardır) (316)
Haldun Dormen, “Bence İnsan Bir Şey Olmak İstiyorsa, Olmak Zorunda”, kitabında, (Türk tiyatrosunun Muhsin Ertuğrul’a çok şey borçlu olduğunu , ancak Ertuğrul’u “dünyanın en kötü yönetmenlerinden biri” olduğundan bahseder.(317)
Baha Gelenbevi ise Muhsin Ertuğrul’un sinemada bir “diktatörya” kurduğunu , yönetmenler yetiştirmediğini söyler .(318)
Oğuz Makal’a göre, Ertuğrul on yedi yıl boyunca Türk sinemasında tekel kurmuştur.(319)
Behçet Güleryüz, “Muhsin Ertuğrul’un Köy Filmleri ve Cumhuriyet Aydınının İkilemi” kitabında “Tek Parti döneminin tek sinemacısı” olarak nitelendirir. ‘’ İlginç bir tesadüftür ki CHP’nin Tek Parti iktidarını içine alan zaman dilimi neredeyse Muhsin Ertuğrul’un Türk sinemasının tek egemeni olduğu yıllara denk gelmektedir. Bu dönem yalnızca Türk sinema geleneğinden kaynaklanan bir kopuş olmamakla birlikte Türkiye’nin aynı zamanda sosyo-ekonomik değişiminin kırılma noktasını da göstermektedir.(320 )
Beşir Ayvazoğlu,bir makalesine göre, Muhsin Ertuğrul, tek parti iktidarının tiyatro ve sinemadaki temsilcisidir. Cumhuriyetçi aydınların tepeden inmeci yaklaşımları ve halka yüksekten bakmaları gibi bilindik tutumların Muhsin Ertuğrul’da da bulunduğunu söyler.(321)
Giovanni Scognomillo’nun görüşü ise şöyledir: “bizce en önemli eksikliği, aşırı şekilde Batı’ya açık olması, Batı kalıplarına bağlılık göstermesi ve Türk sinemasına, sonraki yıllarda bir salgın haline gelecek olan uyarlama yöntemini aşılamasıdır.”(322)
Sessiz dönemde ,dünya sinemasında (özellikle Avrupa’da) yönetmenlerin büyük çoğunluğu tiyatrodan yetişmiş insanlardı. Star olan oyuncuların çoğunluğu tiyatrodan yetişmişti. Bu dönemde sinema okulunun olmadığını ( bazı istisnalar hariç) , Tiyatro’nun bir sanat olduğu kabul edilirken, sinema’nın sanat olup olmadığı tartışmalı olduğu bir dönemde Muhsin Ertuğrul’un tiyatro’dan yetişmesini ve filmlerde rol alan oyuncuların da tiyatro kökenli olmalarını yadırgamamak gerekir.
Mahmut Tali Öngören, Muhsin Ertuğrul’un Türkiye’ye döndükten sonra bir sinema dili ortaya koymasının beklendiğinden bahseder. Muhsin Ertuğrul Sineması’nı anlaşılır nedenlerle tiyatrodan esinlenmiş bir sinema olarak nitelendirir.(323)
Memduh Ün de Muhsin Ertuğrul’un filmlerinin sinema dilinin kullanımı açısından kusurlu oluşunu,o yıllarda Türkiye’de sinema tekniğinin henüz yeni olmasına bağlar . (324)
Giovanni Scognomillo, Türk Sinema Tarihi’’ kitabında Ertuğrul için şöyle der:
(Bunca yıl sinema diye bir “perde” kurmuştur, ama bir “beyazperde” değil, sadece hareket halinde olan bir “tiyatro perdesi” olmuştur bu. Belki Ertuğrul daha fazlasını istemiyordu. Son söz yine Ertuğrul’undur: “Zaman sınırı ve para kazanma hırsı olmadan bir film çevirmeyi ben de isterdim, ama olmadı işte!” (325)
Oğuz Makal ise , Muhsin Ertuğrul’un tiyatro uyarlamalarından yararlanmasını ekonumik sıkıntılara bağlar.’’tek bir stüdyo ile bir iki filmin üretildiği cılız yapıda tiyatroya yönelimi doğaldır’’. ‘’Leblebici Horhor’’ filmini örnek gösterir’’ oyunculardan Behzat Budak’ın bulduğu kredi sayesinde tamamlanabildiği’’ nden bahseder. (326)
Behçet Güleryüz, Muhsin Ertuğrul’un tiyatroyu yüksek bir sanat biçimi olarak gördüğünü, sinemanın onun için ikinci planda kaldığını söylemektedir (327) Güleryüz’ün düşüncesine göre:
(Cumhuriyet’in 10. yıl belgeselinin Rus yönetmenlere yaptırılması ya da Cumhuriyet için çekilecek propaganda filmleri için Batı ülkeleri sinemacılarıyla anlaşılmaya çalışılması yönetici elitlerin de görüşlerinin bu doğrultuda olduğunun açık bir göstergesidir).(328)
Beşir Ayvazoğlu, Muhsin Ertuğrul Sineması’na karşı asıl tepkinin Yeşilçam Sineması’ndan geldiğini ileri süren Halit Refiğ’in görüşlerinden bahseder:
Tek parti devrinin karakterini çizen Muhsin Ertuğrul sinemasına karşılık, Demokrat Parti’nin iktidara geliş yıllarında başlayan Yeşilçam sineması, aynı yıllarda tıpkı siyasetin halka açılışı gibi, sinemanın halka açılışı ve ulusal özellikler taşımaya başlaması bakımından sinema tarihimizde ileri ve olumlu bir adımdır.(329)
Alim Şerif Onaran,diğer eleştirmenlere göre, çok daha gerçekçi yaklaşmaktadır. Muhsin Ertuğrul’un kötü uygulamaları olduğunu kabul etmekle birlikte önayak olduğu ilkler ve sinemaya disiplinli bir çalışma temposu getirmesi nedeniyle hak ettiği yeri alması gerekir demektedir.
Ertuğrul’un sinema alanındaki başarısızlıkları kadar başarılarına da dikkat çekmekte, “Ertuğrul’u kendi dönemi içinde değerlendirmek ve yapmadıklarıyla değil, yaptıklarını göz önünde tutarak değerlendirmek doğru olacaktır.” Tezini savunmaktadır.(330)
Alim Şerif Onaran, kırk yılı aşkın bir süre sinemada emek veren Muhsin Ertuğrul’un sadece sinemacı kimliğine değil, bir kültür ve sanat adamı olma özelliğine de ön plana alır. Cumhuriyet’i kuran kadro gibi Muhsin Ertuğrul da ,kültür sahasındaki deneyimsizlik ve olumsuz koşullara rağmen bir tür öncü rolü oynamıştır. Sinemayı var edebilmek için sorumluluk almıştır. Başkalarının bir şey yapılamaz dediği bir ortamda işe girişmiş,. Eğitmenlik, yönetmenlik, eleştirmenlik, oyunculuk ve çevirmenlik gibi birçok misyonu aynı anda üstlenmiştir.. Muhsin Ertuğrul’un filmleri, resmi görüşün ve Kemalist modernleşme projesinin sinemadaki yansımasıdır.
Engin Ayça ise ,Cumhuriyet’in aydınlanma sürecinde Muhsin Ertuğrul’un önemini vurgular. (331) Bu filmler, her sene 100’e yakın yabancı filmin vizyona girdiği, ne yazık ki,elektriğin bulunduğu sadece birkaç büyük ilde gösterilebildiğini dikkate almak gerekir.
Muhsin Ertuğrul’un Türk kadınına verdiği önemi vurgulamak gerekir. Cumhuriyet ,kadınlarımızın kamusal alana girmelerini sağlamış, seçme ve seçilme haklarını tanımıştır. Ertuğrul, Türk Kadınını sahneye çıkartmış,sinemasında oynatmıiş, Bedia Muvahhit,Cahide Sonku gibi starları yaratmıştır.
Bu dönemde devletin imkanları da kısıtlıdır.Özel sektörün ise sinemaya ilgisi ,ister istemez, gişe başarısına bağlıdır. Bu dönemde Kemal Film,peşinden İpek Film’in Muhsin Ertuğrul ile birlikte gayretleri çok önemlidir. Yine bu dönemde çıkan,az sayıda, sinema dergileri, ve gazete ve mecmualarda çıkan sinema haber ve yazıları, seyirciyi bilnçlendirmek görevini yürütmüşlerdir.
Seçkin Sevim ( Muhsin Ertuğrul: Türk Sinemasının Kurucusu mu Yoksa Günah Keçisi mi?) adlı makalesinden:
***. Ne var ki yokluklar içinde mücadele etmenin ve öncü olmanın zorlukları, Ertuğrul’un bir günah keçisi olarak görülmesini engelleyememiştir. Birçok sinema tarihçisinin de ifade ettiği gibi, Muhsin Ertuğrul’un tiyatroculuğu sinemacılığına ağır basmaktadır. Ertuğrul, ancak birkaç filminde vasatın üzerine çıkabilmiştir. Onun sinema mirası birçok açıdan eleştirilebilirse de Türkiye’de sinemanın varolabilmesi için harcadığı çaba göz ardı edilemez. Teknolojiye en çok bağlı sanat dalı olan sinemayı yokluklar içinde var edebilmiş olması Muhsin Ertuğrul’u Türk sinema tarihi içinde ayrıcalıklı bir yere oturtur. Muhsin Ertuğrul’un filmleri, Kemalist modernleşme projesinin sinemadaki yansıması olarak izlenebilir. Ertuğrul, Cumhuriyet devrimlerinin hayata geçirilmesi için özveriyle mücadele etmiş bir kültür adamıdır. Türk kadınını ilk kez beyaz perdeye çıkarmakla kalmamış; tüm hayatı boyunca Cumhuriyet’in ideallerinin sanat alanındaki temsilcisi olmuştur. Bu amaçla eğitmenlik, yönetmenlik, eleştirmenlik, oyunculuk ve çevirmenlik gibi birçok misyonu aynı anda yüklenmek zorunda kalmıştır…*** (İnsan ve İnsan 3-2016)
Gözde Sunal Dergi Park’ta çıkan (Muhsin Ertuğrul Sinemasının Kurumsal Açıdan Analizi ) adlı makalesinden:
*** Türk sinemasını on yedi yıl tekelinde tutan Muhsin Ertuğrul, sinema anlatımı yerine tiyatro anlatımını daha aktif kullanarak bu noktada doğru olmayan bir geleneği başlatması bakımından Türk sinemasında sürekli konuşulan bir isim olmuştur. Muhsin Ertuğrul, Türkiye’de ilk defa gerçek bir film stüdyosunun kurulmasını sağlamış, sinema teknolojisinin getirdiği imkânları ülkemize sokmuştur. Gerek sinema gerekse tiyatroyu disiplinli ve ciddi bir ortam haline getirmiş en önemli sanatçılarımızdandır. Çoğunlukla sahne oyunlarından aktardığı filmlerle Türk ve Dünya tiyatrosunun önemli eserlerini sinema seyircisine tanıtmıştır. Bir oyuncu ve yönetmen oluşunun yanında, çevirileriyle, uyarlamalarıyla, ülkemizde ilklere imzasını atmıştır. Diğer yandan şehir tiyatrolarının himayesine giren Türk sineması, devletleştirme kapsamına girmiştir. Tiyatrocular dönemi diye adlandırılan bu dönemde özel yapım şirketleri kurulmuştur. Filmlerin üretilmesine katılan bu yapım evleri işin ticaretiyle daha çok ilgilenmeye başlamışlardır. Yönetmen olarak da Muhsin Ertuğrul’un hakim olduğu bu dönemde filmlerin niteliklerini asıl belirleyen kendisiydi. Çalışmanın odağında yer alan Türk sinemasının ilk dönemi olarak adlandırılan “Tiyatrocular Dönemi” sinema tarihi açısından büyük tartışmalara yol açmıştır. *** (Cilt: 8 Sayı: 3, 317 – 332, 05.09.2022 Dergipark)
Alim Şerif Onaran (Muhsin Ertuğrul Sineması)kitabında yaptığı yorumda:
***Muhsin Ertuğrul’un sineması, Türk sinemasında bir aşamadır. Nasıl Ertuğrul’dan öncekilerin çabaları ‘pirimitif’ niteliğine rağmen sinemayı bir aşamaya getirmişlerse, Tiyatrocular Dönemi’nin (1922-1938) tek ustası olan Muhsin Ertuğrul’un sineması da sinema tarihimizde büyük önem taşımaktadır. Bütün dönemlerinde çevirdiği 30 filmden en çok tutulanları olan Aysel, Bataklı Damın Kızı ile Bir Millet Uyanıyor ve Ateşten Gömlek’i anmak bile bu yargımızın isabetli olduğunu gösterir. ‘Bir örnek adam’ olarak bize tiyatroyi getirip sevdiren odur; sinema ve tiyatroda disiplinli ve tutarlı çalışmayı uygulayan odur; sinema ve tiyatro seyircisini yaratan da odur… (Agora Kitaplığı baskısı)
Son Söz:
Nerden bakarsanız bakın,nereden yorumlarsanız yorumlayın, MUHSİN ERTUĞRUL ,Türk Sineması’nın öncüsü
MUHSİN ERTUĞRUL DÖNEMİNİN İLKLERİ
– Özgün Senaryoya Dayanan İlk Film: İstanbul’da Bir Facia-i Aşk:
‘Şişli güzeli Mediha Hanım’ın Facia-i Katli’ hikayesini gazetelerin 3. sayfa haberlerinde sıkça rastlanan türden bir aşk cinayetinden alır.Vahşi bir cinayete kurban giden Mediha’nın vahşice öldürülmesini, gözyaşları içinde izleyen seyirciler, filmin dönem itibariyle hatırı sayılır bir gişe geliri elde etmesine sebep olmuşlardır.
– Sinemanın İlk Taçlı Güzeli: Feriha Tevfik:
Cumhuriyet tarihinin ilk güzellik kraliçelerinden biri olan Feriha Tevfik, Türk Sinemasının da ilk güzellik kraliçesi unvanına sahip oyuncusudur. İlk olarak Ertuğrul’un 1929 yılında yönettiği ‘Kaçakçılar’ filminde oynayan Tevfik, sonrasında ‘Milyon Avcıları’, ‘Leblebici Horhor’ ve ‘Tosun Paşa’ filmlerinde de oynar.
–İlk Uluslararası Ödül: ‘Leblebici Horhor’ (1934):
Yurt dışında festivale gönderilen ilk filmdir, 1934’te Venedik 2. Uluslararası Film Şenliği’nde gösterildi. Yönetmen Muhsin Ertuğrul “Onur Diploması (Honorary Diploma)” almıştır. Film “En İyi Yabancı Film” yönetmenine verilen “Mussolini Kupası” için de aday gösterilmiştir. Bu Türk sineması tarihinde yurt dışından gelen ilk ödül sayılmaktadır.
– İlk Kadın Yıldız: Cahide Sonku:
Mesleki kariyerine Halkevleri Tiyatrosu’nda başlayan Sonku, 1932 yılında stajyer oyuncu olarak girdiği İstanbul Şehir Tiyatrosunda bir yıl sonra ‘Yedi Köyün Zeynebi’ oyununda sahneye çıktı. Aynı yıl, Muhsin Ertuğrul’un yönettiği ‘Söz Bir Allah Bir’ filmiyle sinemaya adım attı.
– İlk Sesli Film : Kaçakçılar /1929) :
Bu ‘ Film-Noir’in çekimi için filmin yapımcısı İpek Film Şirketi Nişantaşı’nda bir ekmek fabrikasını ,ilk sesli film stüdyosuna dönüştürmüştür. Ancak oyuncuların geçirdiği kazalar yüzünden 1932 de vizyona girmiştir.
– İlk Ortak Yapım: İstanbul Sokaklarında (1931):
Bu film, dönemin yüksek maliyetli filmlerindendir.. Filmin dış sahneleri Türkiye‘de, Mısır‘da ve Yunanistan‘da sessiz olarak çekilmişti. Bunları seslendirmek ve iç sahnelerini de doğrudan doğruya sesli olarak almak üzere teknisyen, idareci ve oyunculardan oluşmuş bir ekip Muhsin Ertuğrul’la birlikte Paris‘teki Epinay Stüdyoları’na taşındılar.
– İlk Co-Prodüksiyon: Fena Yol (O KOKOS DHROMOS) 1933 :
Yunanli yapımcı Giorgos Helmis, Kostas Theodoridis ile İpek Film iştirakiyle, Yunanlı Oyuncularla birlikte çekilmiştir.
-İlk Renkli Film : Halıcı Kız (1953):
Yapı Kredi Bankası desteği ile çekilmiştir.
– İlk Sinema Afişi : Türk Sinema tarihinde bilinen normal boydaki afişlerin ilk örnekleri de Muhsin Ertuğrul dönemine rastlar. Muhsin Ertuğrul ilk filmlerinin afişleri tek renkliydi ve ilerde yapılacak film afişleri için bir prototip oluşturmuştur.
ALDIĞI ÖDÜLLER
1931 – Goethe Madalyası (Tiyatro dalında)
1934 – 2.nci Venedik Festivali Onur Madalyası – (Leblebici Horhor Ağa)
1971 – T.C. Devlet Kültür Armağanı
1979 – Ege Üniversitesi Fahri Doktor Payesi
*********
MUHSİN ERTUĞRUL ÜZERİNE HALİT REFİĞ MAKALESİ
Muhsin Ertuğrul daha yaşarken yakın çağlar kültür hayatımızın efsaneleşmiş kişiliklerinden biri haline gelmişti.Hatta denilebilirki ömrünün son 20 yılında gerçek kişiliği bütünüyle efsane kişiliğinin gölgesinde kalmıştır. Muhsin Ertuğrul’un tiyatrocu ve Sinemacı kişiliklerini de birbirinden ayırmak zordur.Ama buna rağmen tiyatrocu kişiliği efsaneleşirken ,sinemacı kişiliği ,tıpkı gerçek kişiliği gibi gitgide gölgeye itilmiştir.
Muhsin Ertuğrul’un şöhreti ve saygınlığı ne çok iyi bir sinema yönetmeni olmasından ,ne de tiyatroda büyük bir yaratıcılık ortaya koymasından kaynaklanmaktadır. 1922 den 1940 yılına kadar Türkiye’nin tek film yönetmeni olduğu halde,bu süre içinde çevirdiği 23 filmden hiçbirini bir sinema eseri olarak pek ciddiye almak mümkün değildir.Bu filmlerin en çok üzerinde durulanları ‘’Bir Millet Uyanıyor’’ ‘’Bataklı Damın Kızı Aysel’’, Ertuğrul’un bunlara kattığı kendi değerlerinden çok, hangi yabancı etkileri nasıl uygulamaya çalıştığı ile söz konusu olmuşlardır.
Sinemada da Tiyatroda da Muhsin Ertuğrul kendi yaratıcılığından çok , Türkiye’nin kültürde batılılaşmasının öncülerinden ve batı usulü yaşamın ısrarlı savunucularından biri olarak önem kazanmıştır.Kültürde batılılaşma tek parti döneminin resmi siyaseti olduğunda, Muhsin Ertuğrul ülkemiz sinema ve tiyatrosunda bu siyaseti uygulamanın mutlak hakimi ve tek şefiydi.Çok partili düzene geçildikten sonra, halk yığınları siyaset alanına kültürel ağırlıklarını bastırmaya başlayınca,Muhsin Ertuğrul Sinema ve Tiyatrodaki iktidarından düşmüş ,daha sonra kaybedilmiş bir kültür davasında direnen azınlıkların bayrağı haline getirilmişti.
1950’li yıllarda Lütfi Akad Türkiye’nin maddi şartlarına uygun bir sinema dili geliştirmenin öncüsü olmuş, 1960’lı yıllarda Metin Erksan filmlerine bir yaratıcı tavır,kişisel boyut katmayı başarmış, 1970’li yıllarda Yılmaz Güney Türkiye’de gerek halk gerek aydınlar arasında sinemanın en etkin sanat olma savaşını kazanmıştı. Akad,Erksan,Güney Türkiye’de sinema sanatını Muhsin Ertuğrul’un bıraktığı yerden çok ilerilere ve yükseklere taşıdılar.Kendi kültürümüzün sinemada benliğini bulmasına yol açtılar.
Fakat,aynı şeyleri tiyatro için de söylemek pek mümkün olmasa gerek.M.Ertuğrul’un davası batı kültürünü sahne yoluyla halka iletebilmek,bunun içinde mümkün olduğu kadar çok tiyatro sahnesi açabilmekti. Bugün de tiyatronun temel sorunlarına eğilenlerin bundan çok farklı bir düşüncede olmadıkları görülmektedir. Haldun Taner’in Türk geleneksel seyirlik oyunlarından yararlanıp,bir Türk Tiyatrosu geliştirme çabaları, Güngör Dilmen’in özgün bir tiyatro için eski Anadolu kültürlerinde çekirdek arama gayretleri,Haşmet Zeybek’in köy oyunlarına başvurması,ilgi çekici,ama yaygınlaşmayan çabalar olmuştur. Sahnenin özgün bir kültür yaratılması amacıyla kullanılması değil, kültür ithali için bir giriş kapısı sayılması baskın çıkmıştır.Değişen bir şey tiyatro peygamberliğinden Shakespeare’in indirilip,Brecht’in bindirilmesi olmuştur.
Bu açıdan bakıldığında M.Ertuğrul sinemada çok gerilerde bırakılmışsa da,tiyatroda ,biçimsel bazı görünüşler bir yana, esasta henüz aşılamamıştır.Her semte bir sinema,her eve televizyon girdiği bir dönemde,hala tiyatroyu halka götürme çabalarından söz edilmesi, bu kaybedilmiş davada M.Ertuğrul’un bayrak yapılmasına acılı bir anlam katmaktadır. M.Ertuğrul’un efsanevi kişiliğini ulaşmak istediği amaçlar belirlemektedir. Ama yakın çağlar kültür hayatımızdaki gerçek kişiliğini elde ettiği , sonuçlarla değerlendirmeyi uygun bulanlar da olacaktır.
(5/5/1979 …(İstanbul Şehir Üniversitesi Repository/ Kişisel Arşivlerde İstanbul Beleği/ Taha Toros Arşivi)
*******
ATİLLA DORSAY’ın ERTUĞRUL SİNEMASI ve 30’LU YILLAR DEĞERLENDİRMESİ
……..1920 ‘lerde ise devreye Muhsin Ertuğrul girer, ve bir avuç film istisnasıyla ,1939’ların sonuna dek (yani 17 yıl boyunca) sinemamızın tek yönetmeni olma durumunu yaratacak olan etkinliğine başlar. Bu filmlerin de çoğunun kayıp olduğunu söylemeye gerek yok.Bunlar 20’ler boyu,dönem gereği sessiz filmlerdir.30^lardan sonra sese kavuşurlar.
30’larda ise o yine tek başınadır.Araya iki filmle Nazım Hikmet ve son yılda gelip ‘Taş Parçası’ (ve dönemin tiyatro dışı tek yönetmeni olarak kalan) Faruk Kenç’in dışında ….Aralarından en azından ‘Ateşten Gömlek’’Sözde Kızlar’’ Ankara Postasını görmek isterdim. Bu toplama gireceklerinden değil sadece meraktan … (100 film seçkisi)
Ertuğrul için sinema tarihimizin öncüsü sayılan Nijat Özön ‘ün yargısı tümüyle olumsuzdur. Şöyle yazar: ‘’ Yeni Türk tiyatrosaunun kurucusu olarak kazandığı ünün büyüklüğü oranında, Ertuğrul’un sinemamız üzerindeki etkisinin olumsuzlığu da büyük oldu. Bu alandaki yeteneksizliğiyle sinemamızda çok kötü ve kolay kolay silinemeyen bir etki bıraktı. Her şeyden önce Ertuğrul,sinema duygusundan yoksundu. Sinema dilini hiççbir vakit öğrenemedi.’’ (Türk Sineması Kronolojisi 1895-1966, Bilgi Yayınevi,1968)
Doğrusu bugünden baktığımda bu kadar acımasız olamıyorum. O dönem filmlerinden vaktiyle gördüğümüz ‘Bir Millet Uyanıyor’u yeniden göremedim.Ama zaten anılarımda çok parlak değildi. Ancak en azından 1934’te çektiği ‘Bataklı Damın Kızı Aysel’ i çok daha olumlu olarak hatırlıyordum. Yeniden izlemek,bu eski yargımı pekiştirdi……
(Atilla Dorsay, 100 Yılın 100 Türk Filmi,Remzi Kitabevi,İstanbul,2013, sayfa 13)
****
MUHSİN ERTUĞRUL YAZILARI
(1918 ve 1919 yıllarında daha 27 yaşında iken sinemaya ne kadar önem verdiğini gösteren bu iki makale,M.E. nin sinema anlayışını yansıttığı gibi ne kadar cüretkar ve hexesli olduğunu da gösterir)
15/8/1918 Temaşa sayı:6
MEMLEKETTE SİNEMA HAYATI
Geçen sene yazında ‘Müdafda-i Milliye Cemiyeti’ nin sinema şeritleri tertip ve imal etmekte olduğunu,meydana çıkardığı filmlerden öğrenmiştik. O zaman o filmleri seyredenler,evvela İtalya’nınFransa’nın,Almanya’nın pek sanatkarane yapılmış şeritlerini gördükleri için , kapıdan çıkarken yanlarındakine bir şey söylemeye cesaret etmeksizin hayalarından yüzlerini kapayarak çıkmışlardı. Pençe namıyla ortaya atılan o saçma sapan şeylerin birbirine eklenmesinden mütehassıl şerit ,memleketimizde yalnız sanayi-i nefise müntesiblerini değil,her Türk’ü utandırmıştı. Herekes pek bugane olduğumuz bu sanata karşı , biraz daha hala-pervaz olmamızı haysiyet-i milliye namına temenni ediyordu. Nitekim ilk milli şerit ve mevzu olmasına ve mümessiller payitahtın en iyilerinden intisap olunmasına rağmen eserdeki teknik hatalar bu filmi iğrenç bir dereceye indiriyordu.
Bundan sonra arada güzeran olan zaman zarfında ortaya ciddi bir şey atılmadı. Biz buna Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin bu işle meşgul memurinin devam için bir mütehassısa ihtiyacın gayri kabil-i inkar olduğunu nihayet anladığını hamletmiştik. Maalesef öğrendik ki yine,hem de tarihimizin pek şanlı sayfalarından birini ihtiva eden ‘Alemdar Vakası’ da sinema objektifi önünde çevrilmeye başlanmış. Nasıl ve ne şerait altında böyle oldukça ağır bir yükün altına girildiğini bilmiyoruz. Fakat elimizdeki vesait ile yine sahnelerimizde temsil edile gelmekte olduğu gibi yapılacaksa, hürmetten başka bizden hiçbir şey beklemeyen, medar-i iftiharımız olan büyüklerimizin ruhunu bu suretle incitmemiş olsak daha iyi olur. Onların kalplerimizde kuvve-i muhayyelemizin vüsati nispetinde büyüyebilecek olan maceralarının bir takım sanata ve tarihe bivukuflar elinde baziçe olmalarını çekemeyiz.eğer tekrar ederek,iyi bir sinema rejisörü,iyi bir fotoğraf,iyi bir dekor kalfa ve aslına mutabık elbiseler, o şan-aver zümre-i asakir temin edilerek yapılmadıysa ,deriz ki Müdafa-i Milliye Cemiyeti’nin muhterem riyasetinin bir ümit ile vermekte olduğu paralar mahalline masraf olmayarak ziyan edilmiştir. Bundan mütevellit zarar yalnız maddi değildir. Arkasında üç kişi ile geldiği temsil edilen Alemdar’ı gören her Türk’ün geçen sene olduğu gibi bu senede fena yapılması yüzünden haysiyet-i millilerini inciten sinema perdesi önünde sükutla kalmayacaklardır. Bu sefer gösterecekleri sima-yi infialin geçen senekine nispetle daha çok işmi’zaz-alud-i gazap olacağına emin olmalıyız. Çünkü meseleye bir de maziye ait eazım karıştırılıyor. Müdafaa-i Milliye Cemiyeti muhterem riyasetinin bu hususa , bir parça daha nigah-ban olmasını, memlekette müfit olmasını istediğimiz sanat için,herhalde elzem adderiz.
(Ali Özuyar,Sessiz Dönem Türk Sinema Antolojisi 1895-1928,Küre Yayınları,İstanbul, 2015)
*****
SELAHATTİN ALİ BEY EFENDİ’YE
(Müdafaa-i Milliye Cemiyeti Başkanı)
16/1/1919 Temaşa dergisi,sayı 13
Benim de bir muavini olduğum bu mecmua ile Müdaffa,i Milliye Cemiyeti arasında sinemacılık mesailinden mütevellit bir ihtilaf var. Bu mesaildeki dakayıkı tamik etmek istemiyor idi. Yalnız seyirci kalanlar bile ‘’temaşa’’ya hak veriyorken bir de işin iç yüzünü araştırıp meydana şıkarırsak o zaman, tekzip kabul etmez bu hakikat önünde şimdiye dakar olduğu gibi Cemiyet’de ayak diremeğe muvaffak olamaz. Fakat ben burada bu ihtilafı, nazar-ı itibara almaksızın, yalnız meseleyi olduğu gibi teşrih edeceğim.
Uzun bir müddetten beri musikiye mukabil gramofon, tiyatroya mukabil olarak da sinemacılık alem-i medeniyeti işgal ediyor.Fakat hiç şüphesiz ki resimle mukayese ederek fotoğraf ne derece eser-i sanat addolunmuyorsa sinema da ondan öteye hiçbir suretle geçemeyecektir. Eğer kainatta bir gün herkes sağır olmazsa…. Resim nasıl göz,musiki nasıl kulak, edebiyat nasıl dimağ vasıtasıyla hislerimiz içinse, tiyatro da bütün bunların imtizacında hasıl olduğu için kör, sağır ve deli olmayan herkes içindir.
Buna mukabil itiraf etmeli mi ki, hemen tiyatroda ,edebiyatın ifade edemeyeceği vakayi vardır ki sinemada pek sanat ve maharetle gösterilebilir. Nitekim işmizaz ve hareketle gösterilemeyecek ne kadar rakik hisler,düşünceler vardır ki tiyatro sahnesinde edebiyat vasıtasıyla ifade olunur. Elhasıl ben tiyatronun lüzum ve ehemmiyetini inkar edenleri kafir addettiğim kadar sinemacılığın muhsinat ve hidmetine istihlaf edenleri de mücrim telakki ediyorum. Hatta bazen bunları birbirinden o kadar ayrı bir şube-i sanat zannedenlere bile tamamiyle hak veriyorum. Maamafih rakibi olan sinema her iklimde her lisanı mütekellşim olması dolayısıyla tiyatronun önüne geçmeğe var kuvvetiyle hahişkerdir. Çünkü bu şube-i sanat yalnız meşahir tarafından muharrer eserler için değil, kainatın aksam-ı muhtelefesindeki ırak adet ve akalim ile menazırı da nakle heman yegane zi-hayat bir vasıtadır.
Avrupa va Amerika bu faydalı vasıtadan hemen her suretle istifade çarelerini bulmuşlar. Hatta son zamanlarda sinema şirketleri gazateler kadar mensup oldukları milletlerin naşir-i efkar olmuşlar ve tabiiki gazete ve resail gibi de sansüre rabi kalmışlardı. Sinemacılığın bu tarzda telakki olunmaya başladıktan sonra tabii değilmidir ki biz de bu vasıtadan istifade yoluna koyulacaktık. Bilhassa biz buna en ziyade muhtaç idik ve eksikliğini hissediyorduk. Çünkü bizim hatta Avrupa biladında bile meçhul olan umumiyetle çalınmış bir şeyimiz vardı ki o da hayat tarzımızın yavaş yavaş vuku bulan tahavvül ve tebeddüli idi. Memleketimize gelen seyyahlar , ecnebiler bile girmedikleri, nüfuz edemedikleri sefahat hayatımız hakkında dimağlarındaki eski tebaimizin hatırasına müracaatla olmadık fikirler ediniyorlardı. Ben bizzat Berlin’de bunlara pek benzer nice suallere maruz kalmıştım. Berlin’deki Almanların ekseriyet-i kamilisi ,Türkleri yani beni ve sizi hala ‘İstanbul Gülü’ nam operette gördüğü şekilde görür. Onlarca muhayyil olan haremiyle , keyfiyle ve çubuğuyla yaşar şalvarlı ve keffiyyeli mahluklar zannederler. Onlara öyle gelir ki, Avrupa’ya giderken Türk, fes yerine şapka giydiği gibi şalvarlı elbise yerine modadan kostüm geçirir. Bunun aksinde pek ısrar wttiğim için vaktiyle İstanbul’a gelen bir Alman beni tekzip etmek üzere köprü üzerinde alınmış bir kartpostalı göstermişti. Filhakika o kadar muhtelif tarz-ı telebbüs vardı ki muhatabım şalvarlıları Türk ve fesli, pantolon ceketli kimseleri de milel saireden diye addetmekte hak kazanıyordu.
İşte bütün bunları,eğer Avrupa’da olduğu gibi,bizde de sinema şeridi darüssanaası olsaydı bizi tanımayan memleketlere Türk’ü tanımayan sakinlere gösterir ve memleketimize iyi bir hidmet etmekle kalmayarak para da kazanırdık.
Bütün bunlara istinaden Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin sinema teşebbüsünü ilk duyduğum zaman fevkalade sevinmiştim. Kendi kendime : işte diyordum.bir müessese ki bu işte hatta paradan ziyade . sanattan ziyade memleketi düşünecek, maddi olmaktan fazla manevi hidmet edecek filhakika ‘Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ bu,hatta ayağında donu,sırtında gömleği olmayan milletten , değil sakinleri taşlarıyla topraklarına varıncaya kadar sefalet diye haykıran memleketin sefil ve aç fukara ahalisinden bugün yangın,yarın harp ertesi gün guzata muavenet diyerek topladığı paraları bu teşebbüse sarf etti. Bir sinema müessesi teşkiline koyuldu. Buraya kadar cemiyeti sinema teşebbüsünde tahtte edecek hiçbir fert yoktur.
Vakta ki insan bir işe girişir… Her şeyden evvel o işi bir bilene, bir mütehassısa havale etmekle muvaffakiyetinin yüzde seksenini temin etmiş olur. İyi bir bina yaptırmak isteyen bir adamın malzeme-i inşaniyeyi en mükemmellerinden intihap etmesi binanın inşaasındaki muvaffakiyete teminat addolunmaz. Halbuki doğrudan doğruya,her şeyden evvel iyi bir mimara havale ve ihalesi, kafi bir ümmid muvaffakiyet addolunabilir. İyi bir işçi olmadıktan sonra nefis yağınızla mısır pirinci bir işe yaramaz. Buna getirilecek misaller bi-intihadır.Ve bu hendese kaidesi kadar kati ve gayr-i kabil-i itirazdır.Buna rağmen Müdafaa-i Milliye Cemiyeti bu teşebbüste tamamen aksine olarak hareket etmiştir. Şöyle ki;
Bir sinema darüssanaası ,en son Avrupa terakkiyatına müsteniden teçhizatlandıktan sonra, idare hususiyetle müştail bir müdür,bir elektrisyen ve bir operatörle bir rejisöre muhtaçtır. Bütün bu mütehassısların memleketinden olması birçok nokta-i nazardan faydalı olmakla beraber,itiraf etmelidir ki,bunların hiçbiri bugün bizde mevcut değildir.
Şu halde Müdaffa-i Milliye Cemiyeti binlerce liranın mevzu-i bahis olduğu böyle mühim bir teşebbüste ne yapmıştır?…Maalesef bunun cevabı Cemiyet’in yüzün ağartacak bir mahiyette değildir. Cemiyet her şeyden evvel bu işi Avrupa’dan dört mütehassıs getirterek onlara havale etmekle mesuliyetin kısm-ı azamını omzundan atacakken böyle bir şeyi hatırından bile geçirmemiştir. Maamafih şunu da istitrad kabilinden söyleyeyim.İklim arasındaki fark dolayısıyla Garp’ta mütehassıs olan bir sinema memuru (fotoğraf) şaRK’ta vukufunu ancak bir takım zaruri tecrübelerden sonra gösterebilir. Nitekim sinemacılığın millet-i ruhu olan rejisörlük için de aynı düşünce daha şiddetle vardır.Hatta aradaki bu fark, Garp ile Şark,birbirine mütecavir olan Fransa,Almanya,ve İtalya’da bile bütün azametiyle göze çarpar. Milletler tebayi-i muhtelif olduğu gibi ayn-ı maksadı ifade edecek işmizaz ve vaziyetleri arasında da fevkalade büyük ihtilaf verdır. Bunun acı tecrübesini ilk sinemada oynamaya başladığım zaman nefsim üzerinde tecrübe ettim. Binaenaleyh bütün bu izahattan anlaşılıyor ki fotoğraf ve elektrisyenin Avrupa darüssanaalarında tetbi ettikten sonra burada istihdam edilmesi mümkün olsa bile rejisörün herhangi bir diyar-ı ecnebiyeden celbi muvaffak olamazdı. Şu haslde cemiyet için yapılacak yegane şey bir iki Türk intihap ederek Avrupa darüssanaalarına göndermek ve orada onları tetbi edinceye kadar burada müstakbel icraata ait esaslı planlar tanzim edilmeliydi. Vakayi ve delai gösteriyor ki Müdafaa-i Milliye Camiyeti bütün bu mesailde – ki dolayısıyla millete,milletin verdiği paraya müteallikti- bu teşebbüsün azametini idrak etmeyerek , çocuk oyuncağı gibi basitlikle binlerce liralık malzeme ve siparişatta bulunmuş ve kendisine mevdu olan bu parayı adeta sokağa atmıştır. Bugün acizane iddia ve niyet ederim ki elde mevcut makineden en küçük levazıma ,hatta objektiflere varıncaya kadar her şeyde derin bir cehalet ve kuvvetsizlik göze çarpıyor. Ben bu gibi mühim teşebbüslerde işin ve neticesinin faydalı ve azimetli olduğuna kani olduğum için maarif-i zaideyi de af ederim. Çünkü ne olursa olsun bir hatve (adım),daima bir hatvedir. Hele bu hatve , hüsn-i niyetle atılıyorsa. Ve ben yine buraya kadar,Cemiyet için mucib-i itabimaddi olmaktan gayri,hiçbir hata yoktur diye iddia edenlere hak veriyorum. Hatta yine maksadın büyüklüğü önünde Cemiyet’in bu müthiş hatalarını da nazar-ı afvfa görerek icraat-ı ifasına geçelim. Ve kendi kendimize yalan söyleyerek, kendimizi olduğu kadar herkesi de aldatarak diyelim ki elimizde muvaffık bir darüssanaa, muvafık malzeme,mütehassıs eşhas var. Ve bunları bize ihzar eden ‘’ Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’dir.
Avrupa’da sinema darüssanaalarının(stüdyo) mühim bir şubesi,senaryo müdüriyeti dedikleri,muharrirler tarafından yazılıp verilen mevzuları tetkik eden bir kısmı vardır. Ki bu bütün stüdyonun ruhu,hayatı mesabesindedir- bilhassa büyük sinema fabrikalarında maaşlı meşhur muharrirler bile vardır. Bu heyet verilen mevzuu okur,evvelce sair şirketler tarafından o mealde başka bir şerit yapılıp yapılmadığını ,ne gibi cazip noktaları bulunduğunu ne gibi maarif-i ihtiyar ile meydana geleceğini bade-i tetkik,müdüre bildirir. Müdür bundan mebfaat görürse eserin temsili her nokta-ı nazardan muvafık ise rejisöre verir. Rejisör rolleri artistlere dağıtarak çalışmaya başlar. Müdafaa-i Milliye cemiyeti Avrupa senaryo heyetlerinin nazar-ı dikkate almağa mecbur olduğu noktadan daha fazla aksamı da nazar-ı dikkatten devr tutmaya mecburdur. Bunlarda yukarıda bilmünasebe söylediğim cihetle, Cemiyet’in bu işe teşebbüsünün yegane sebeb-i vesaiki olan lehimize propaganda, milli izzet-i nefsi ila’adet-i içtimaiye ve milliyemizin göze hoş görünen aksamını ilan. Ve bu nokta yalnız bizde değil Avrupa’da bile bazen pek ehemmiyetle telakki olunur. İçinde katl ve evlada alaka bulunan bir dram kabul eden bir şirket müdürü Berlin’de sansürden geçirmek için eserin balasına ‘’Vaka Danimarka’da güzeran olur’’ cümlesini yazmıştı. Görülüyor ki Avrupa’da bile adi vakayi-i facia ve hayatiyeyi üzerlerine mal etmek istememekten mütevellit bir taassup var. Bütün bunlara rağmen ‘Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ ilk eseri sanatı olan ‘Pençe’ ünvanlı,seyri yalnız Türkleri değil herkesi utandıran eseri intihap ederek o zamana kadar işlediği hata-yı maddiyeye bu sefer en ağır bir cürm-i maneviyi de ilave ediyor. Mevzudaki payağılık ve budalalıkla tarz-i tertip ve icradaki cahillik ve tabiatsızlık bu eserde el ele vermiş beladet ve vukufsuzlığumuzun edebi bir nümune ve timsali diyerek raks ediyor.
Elhasıl gerek tav’an ,gerek kerhen Cemiyet bu ‘Pençe’ namındaki bu sefil şeritle kendisini olduğu kadar izzet-i nefis-i milliyi ve hatta Avrupa’da temsile iştirak eden sanatkarları olduğu kadar seyredenleri terzil etmiştir. Maksadın büyüklüğünü yukarıda kendim söylemiş ve maksada vusul için bazen uzun yolun ,tecrübesizlik dolayısıyla, kısa tercih edildiğini bile afv etmiştim,fakat ta ki neticeye kadar… ‘Pençe’ gibi adiliğini ve bayağılığını ifade edecek bir sıfat bulunmayan bir neticeye vusul için bu kadar paralar sokağa atıldıysa bu kadar haysiyet-i milliyemiz ayak altına alındıysa o zaman Cemiyet’in cehalet yüzünden işlediği bu hata ,nazar-ı müsamaha ile görülemeyecek cinayetler zümresine intikal eder. Fikrimce daha samimi davranarak ‘Pençe’ dramını (?) elde ettikten sonra da Cemiyeti afv etmeli, nitekim ben böyle yapıyorum ve diyorum ki :Zarar yok , böyle bir neticeyi Cemiyet’te intizar etmiyordu. Fakat bir kere oldu, şimdilik yapılacak iş,epey fedakarlıkla elde edilen levazımı hüsn-i istimal etmek üzere o zamana kadar tedvir edilemeyen umur-i idare ve sanatkaraneyi ehline bırakmalı veyahut ‘’zararın neresinden dönülürse kardır’ fehvasınca malzemeyi bir parça ziyanla başkasına satarak bu ağır ve mühim işten sarf-ı nazar etmeli. Cemiyet herhalde bunu kasten yapmadı.Ya aldattı ya da aldatıldı.
Yine eseflerle,hem de en büyük eseflerle söylemek lazımdır ki, Cemiyet akıl ve insafın emrettiği bu iki tarıktan hiçbirini intihap etmeksizin olduğu gibi işe devam etmiş,yeniden binlerce liranın heder olmasına mucip olmuştur. Ve Cemiyet’in hiç afv etmediğim silsile-i israf ve cinayat-ı maneviyyesi,işte elhakk bu tarihten başlar.
Burada ilave olarak şu küçük yolsuz vakayı da zikretmeden geçemeyeceğim: Beyoğlu ve İstanbul halkına kabalık ve cehaletimizi uryan uryan, bir parça da temaşagerleri utandırtarak, kızartarak gösteren bu ‘Pençe’ namındaki safsata, sanki buradaki muvaffakiyeti (?) kafi değilmiş gibi Berlin’e gönderiliyor.Ah Allah’ım! Ne meşum gündü ki,bana da onu görmek fırsatı düşmüştü.Vakta ki bu yüz kızartıcı hakiki faciaya yahut elim mudhike (Çines) şirketinin müdürü tarafından gösteriliuordu. Ve o adam bana, ben o adama bir kelime bile söylemeğe haya-i cesaret edemiyorduk. O zaman ne kadar müteessir olmuş, içimde ne buhranlar husule gelmişti. Karanlığın ilelebet dezam etmesini,yüzümü göstermeksizin hiss-i nefret ve istikrahımı,hiç olmazsa , karşımdakine belli etmeksizin oradan def olup kaçmak istiyordum. Heyhat , elimi tutan bir elin soğukluğunu müteakip kulaklarım şu sözleri duydu: ‘’Kendi kendinizi terzil için bundan daha fazla bir şey yapamazdınız,ben bu hususta sizin kadar hain olmayacağım.Gerek sansürden geçirmek için,gerek tebaası olduğum Osmanlıları bir parça daha iyi tanıtmak için adi ve kabalığın birçoklarını keseceğim,atacağım.Rica ederim ,buna göre değil, fakat laletteyin bu şeritlerden birkaç parçayı bir mevzu bulup yazınız.’ Birbirimize bir şey söylemeden oradan çıktım. Gelirken Cemiyet için artık iyi düşünmemekte haklıydım. Çünkü ne olursa olsun cehalet ve tecrübesizliği, bu saçma şeridi Berlin’e göndermekle cüretkarlık ve hıyanet derecesinde buluyordum. O aralık Müdafaa Sinema Müessese’sine mensup bir zat orede bulunuyordu. Kendisine iyi mütehassıslardan birini gayet ucuz maaşla buraya göndermeğe ikna ettiğimi söyledim,fakat bir netice hasıl olmadı. İstanbul’a avdet ettiğim zaman bu teşebbüste bu suretle devamlı bir hüsn-i netice hasıl olmayacağını,bilakis maddeten mühim zararlara duçar olacağını defaatle zimamdarlara anlatmak istedim. Hatta bir gün yine Donanma Müdürü merhum Ziya Bey’in huzurunda Müdafaa müdürü Cemil Bey’e de aynı şeyleri tekrar ettim. Cemil Bey’i de işten gayr-i memnun gördüm… Buna kendisinin katiyen müdahale ve alakası olmadığından bir mesuliyet kabul etmediğini söyledi.
(not: yazının aslında devamının olduğu anlaşılıyor. 15 Ocak 2019 sayılı Temaşa dergisi bulunarak incelenmesi gerekiyor)
************
FİLMOGRAFİ
1) DAS FEST DER SCHWARZEN TULPE /SİYAH LALE FESTİVALİ / yönetmen: Marie Louise Droop,Muhsin Ertuğrul / senaryo : Marie Louise Droop,Alexandre Dumas / görüntü : Gustave Preiss / oyuncular : Theodor Becker,Friedrich Berger ,Carl De Vogt,Tronier Funder / yapımcı : Marie Louise Droop / Almanya / 1920 / 1 saat 22 dakika /Sessiz/
2) SAMSON/ ISTIRAP/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul / Senaryo: Muhsin Ertuğrul,Maurice Level / görüntü : Gustave Preiss / oyuncular: Margit Barnay,Muhsin Ertuğrul,LiseWilke,Robert Sholz / yapımcı: Nabi Zeki Ekemen / İstanbul Film/ Almanya / 1922 /Sessiz/
3) NUR BABA (BOĞAZİÇİ’NİN ESRARI) / yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Muhsin Ertuğrul,Yakup Kadri Karaosmanoğlu / Görüntü: Fuat Uzkinay / oyuncular : Helena Antinova,İ.Galip Arcan,Refik Kemal Arduman,Behzat Budak,Muhsin Ertuğrul,Vasfi Rıza Zobu / yapımcı: Şakir Seden / Türkiye / 1922 / sessiz/
4) İSTANBUL’DA BİR FACİA-İ AŞK /yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Muhsin Ertuğrul / görüntü : Cezmi Ar / oyuncular : Anna Mariyeviç, Behzat Butak, SiranusAleksenyan / Refik Kemal Arduman, Emin Beliğ Belli, Onnik Binemeciyan,Mlle Blanche, Liane Console, Roza Felekyan, Aznif Minakyan,Vahram Papazyan, Vasfi RızaZobu / yapımcı : Kemal Film / Türkiye / 1922/ Sessiz /
5) ATEŞTEN GÖMLEK / yönetmen : Huhsin Ertuğrul /senaryo : Halide Edip Adıvar ,Muhsin Ertuğrul / görüntü : CezmiAr/ oyuncular : Refik Kemal Arduman, Emin Beliğ Belli, Behzat Butak,Muhsin Ertuğrul, Bedia Muvahhit,Neyyire Neyir,Vasfi Rıza Zobu / yapımcı: Kemalfilm /Türkiye/ 1923/1 saat 10 dakika /
6) LEBLEBİCİ HORHOR / yönetmen:Muhsin Ertuğrul / senaryo : Dikran Çuhacıyan,Tekfor Nalyan,Muhsin Ertuğrul / görüntü : Cezmi Ar/ oyuncular :Behzat Butak,Elena Artinova, Maurice Mila, Jenya Godenskaya,Gavros Toloyan, Vasfi Rıza Zobu, Refik Kemal Arduman, Hazım Körmükçü / yapımcı : Kemal Film/ Türkiye / 1923 / sessiz /
7) KIZ KULASINDE BİR FACİA / yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Paul Autier, Paul Cloquemin,Muhsin Ertuğrul / görüntü : CezmiAr / oyuncular : Muhsin Ertuğrul,Neyyire Neyir, Emin Beliğ Belli, Ali Rıza , Aznif Minakyan, Hakkı Necip / yapımcı: Kemal Seden,Şakir Seden /Kemal Film// Türkiye / 1923 / sessiz/
8) SÖZDE KIZLAR / yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Peyami Safa, Muhsin Ertuğrul / görüntü : Cezmi Ar / Oyuncular : Elena Artnova,Behzat Butak, M.Kemal Küçük, Refik Kemal Arduman, Maurice Mea, Gavros Toloyan, Kadri Ögelman, / Kemal Seden,Şakir Seden/ Kemal Film / Türkiye / 1924 / 1 saat 10 dakika / Sessiz /
9) SPARTAKUS / yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Mihael Galperin,Rafaello Giovagnoli,Geo Skuruply / görüntü : Mariua Holdt / oyuncular : Nikolay Deynar,Matvel Lyarov, Brodakaya, Ivan Kononenko-Kozelskiy , Vasili lyudvinsky / yapımcı : Heinrich Beisenherz / yapımcı: Odeska Kinofabryka (VUFKU) / Sovyet Rusya / 1926 / 1saat 36 dakika / sessiz
10) TAMILLA / yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Ferdinand Duchenne,Muhsin Ertuğrul, Mariya Moraf / görüntü : Aleksandr Stanke,Yuri Tamarsky / oyuncular : Anna Zarshitskaya, Nikolai Kuchinsky, Ivan Kapralov / yapımcı : Heinrich Beisenherz /Yapımcı : Odeska Kinofabryka (VUFKU) / Sovyet Rusya / 1927 / 41 dakika / sessiz
11) ANKARA POSTASI / yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo :François de Cruel,Muhsin Ertuğrul,Reşat Nuri Güntekin / görüntü : Cezmi Ar / Oyuncular : Neyyire Neyir,Nafia Arcan, İsmet Sırrı,Muhsin Ertuğrul, Behzat Butak, Ercüment Behzat Lav,İ.Galip Arcan, M.Kemal Küçük,Hazım Körmükçü,Vasfi Rıza Zobu / yapımcı : İhsan İpekçi,Kani İpekçi / Türkiye / 1928 / Sessiz /
12) BİR SİGARA YÜZÜNDEN/ yönetmen:Muhsin Ertuğrul / senaryo : Muhsin Ertuğrul / Görüntü : Cezmi Ar / oyuncular : M.Kemal Küçük, Talat Artemel, Vasfi Rıza Zobu, Şaziye Moralı, Mahmut Moralı / Türkiye/ 1928 / Sessiz /
13) KAÇAKÇILAR / yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Muhsin Ertuğrul / görüntü : Cezmi Ar / Oyuncular : Behzat Butak, Sait Köknar, Talat Artemel,Feriha Tevfik Negüz, Hazım Körmükçü, İ.Galip Ercan / yapımcı : İhsan İpekçi,Kani İpekçi / Yapımcı: İprk film / Türkiye / 1929 / sessiz /
14) İSTANBUL SOKAKLARINDA / yönetmen : Muhsin Ertuğrul,İhsan İpoekçi / senaryo : Muhsin Ertuğrul / görüntü: Cezmi Ar ,Nicolas Farkas / Müzik: Hasan Ferit Alnar,Hüseyin Sadettin Arel / Oyuncular : Talat Artemel, Semiha Berksoy, Behzat Butak, Galip Arcan, Hazım Körmükçü, Bedia Muvahhit / yapımcı; İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı : İpek Film / Türk,Mısır,Yunan ortak yapım / 1931/ ilk sesli filmi/
Müzik
15) BİR MİLLET UYANIYOR / Yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu / görüntü : CezmiAr / Oyuncular : Ercüment Behzat Lav, Emel Rıza , Nacit Özcan , Ferdi Tayfur , Emin Beliğ Belli ,Mustafa Kemal Atatürk, Hadi Hün , Atıf Kaptan / yapımcı : İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı : İpek Film / Türkiye / 1932/ 53 dakika /
16) KARIM BENİ ALDATIRSA / yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nazım Hikmet / görüntü : Cezmi Ar / Müzik:Muhlis Sabahattin,Ezgi / Oyuncular : Hazım Körmükçü,Vasfi Rıza Zobu, İ.GalipArcan, Feriha Tevfik Negüz, Halide Pişkin, Behzat Butak,Muammer Karaca,Bedia Muvahhit / yapımcı : İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı : İpek Film / Türkiye / 1933 /
Beyoğlu’nda Melek ve Elhamra sinemalarında gösterildi.
17) FENA YOL / O KOKOS DHROMOS / yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Grigorios Xenopoulos,Nazım Hikmet /görüntü : Theodorakis / Müzik: Sotiria Iatridou/ oyuncular : Marika Kotopouli,Kyveli, Miranta Myrat, Giorgos Pappas,Vasilis Logothetidis, Hristos Tsaganeas, Nitsa Tsaganea , Necdet Mahfi Ayral / yapımcı : Giorgos Helmis, Kostas Theodoridis /Yapımcı : İpek film / Yunanistan,Türkiye / 1933 / 1 saat 20 dakika/
18) NAŞİT DOLANDIRICI / yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nazım Hikmet / görüntü : Cezmi Ar / Oyuncular : Naşit Özcan, Ahmet Güldürür , Hüseyin Siret, Müzehher / yapımcı: İhsan İpekçi, Kani İpekçi / yapımcı : İpek Film / Türkiye / 1933 /
19) CİCİ BERBER / yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo: Nazım Hikmet / görüntü : Cezmi Ar / müzik : Mesut Cemil Tel / oyuncular : İ.Galip Arcan, Zozo Dalmas, Şayeste Ayanoğlu, Necdet Mahfi Ayral , Ferih Egemen , Muvaffak İhsan Garan, Hadi Hun, Mahmut Moralı, Eyüp Sabri , Feridun Çölgeçen / yapımcı:İhsan İpoekçi,Kani İpekçi / yapımcı: İpek film / Türkiye / 1933 / Müzikal Komedi /
20) SÖZ BİR ALLAH BİR / yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nazım Hikmet,Maurice Hennequin,Pierre Veber,Mahmut Yesari / görüntü : Cezmi Ar / müzik : Muhlis Sabahattin ,Ezgi / oyuncular : Hazım Körmükçü, Melek Tayfur, Vafi Rıza Zobu, Cahide Sonku, İ.Galip Arcan, Semiha Berksoy, Ferih Egemen, Şevkiye May, Mahmut Moralı, Necla Sertel / yapımcı: İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı: İpek film/Türkiye/ 1933 / Müzikal komedi /
21) LEBLEBİCİ HOR HOR AĞA / yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo: Nazım Hikmet,Dikran Çuhacıyan, Tekfor Nalyan / görüntü : Cezmi Ar / oyuncular : Behzat Butak, Vasfi Rıza Zobu, Ferdi Tayfur, Feriha Tevfik Negüz , Muammer Karaca,Mahmut Moralı, Necla Sertel, Kadri Ögelman, Osman Türkoğlu / yapımcı: İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı:İpek Film / Türkiye/ 1934/ Komedi/
22) AYSEL:BATAKLI DAMIN KIZI / yönetmen: Muhsin Ertuğrul/ senaryo: Nazım Hikmet,Selma Lagerlof / görüntü : Cezmi Ar / müzik: Cemal Reşit Rey / oyuncular : Behzat Butak,İ.Galip Arcan, Hazım Körmükçü, Mahmut Moralı , Talat Artemel, Feriha Tevfik Negüz, Cahide Sonku , Nafia Arcan, Muhsin Ertuğrul, Sami Ayanoğlu, Hadi Hün,Müfit Kiper / yapımcı:İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı: İpek Film / Türkiye / 1934 / 1 saat 20 dakika/ dram
23) MİLYON AVCILARI / yönetmen:Muhsin Ertuğrul / senaryo: Karl Farkas,Emeric Pressburger,İrma Von Cube,Nazım Hikmet / görüntü:Cezmi Ar / müzik:Muhlis Sabahattin,Ezgi / oyuncular : Hazım Körmükçü,Vasfi Rıza Zobu, Feriha Tevfik Negüz, Necla Sertel, SamiAyanoğlu, Necdet Mahfi Ayral, Muammer Karaca, Sait Köknar,Mahmut Moralı, Ferdi Tayfur,Melek Tayfur / yapımcı:İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı :İpek Film / Türkiye/ 1934 / Komedi /
24) AYNAROZ KADISI/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Necdet Mahfi Ayral,Musahipzade Celal / görüntü: Cezmi Ar / müzik:Cemal Reşit Rey/ Oyuncular : Hazım Körmükçü,Şevkiye May, Nevin Akkaya, İ.Galip Arcan, Refik Kemal Arduman, Sami Ayanoğlu, Behzat Butak, Muammer Karaca , Müfit Kiper, Mahmut Moralı,Halide Pişkin, N3cla sertel,Vasfi Rıza Zobu, Kadri Ögelman/ yapımcı; İhsan İpekçi,Kani İpekçi /yapımcı:İpek Film/Türkiye/ 1938 / 1 saat 30 dakika/ Müzikal komedi/
25) BİR KAVUK DEVRİLDİ / yönetmen: Muhsin Ertuğrul /senaryo: Necdet Mahfi Ayral, Müsahipzade Celal / görüntü : Cezmi Ar / oyuncular : Hazım Körmükçü , İ.GalipArcan , Mahmut Moralı, Emin Beliğ Belli, Vasfi Rıza Zobu , Muazzez Arçay,Sami Ayanoğlu / yapımcı: İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı: İpek Film / Türkiye / 1939 / 1 saat 24 dakika /
26/ ALLAHIN CENNETİ / yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Ziya Şakir / görüntü : Cezmi Ar / müzik:Sadettin Kaynak / Oyuncular : Feriha Tevfik Nagüz ,Hazım Körmükçü, Behzat Butak, Münir Nurettin Selçuk, Muhip Arcıman, Nezihe Becerikli, Emin Beliğ Belli, Hadi Hün,Muammer Karaca , Halide Pişkin, yapımcı : İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı: İpek Film / Türkiye/ 1939 /
27 / TOSUN PAŞA/ yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nazım Hikmet , Jean de Letraz / görüntü : Cezmi Ar / müzik :MuhlisSebahattin,Ezgi/ oyuncular : HazımKörmükçü,Vasfi Rıza Zobu,Mahmut Moralı,Feriha Tevfik Negüz,Halide Pişkin,Necla Sertel,Şevkiye May,Süavi Tedü / yapımcı : İhsan İpekçi,Kani İpekçi/ yapımcı: İpek Film/ Türkiye/ 1939 / 1 saat 17 dakika /
28) AKASYA PALAS / yönetmen: Muhsin Ertuğrul/ senaryo : Georges Feydau, Mahmut Yesari,Necdet Mahfi Ayral / görüntü : Cezmi Ar / oyuncular : Hazım Körmükçü, Necdet Mahfi Ayral, Sait Köknar, Vasfi Rıza Zobu, Cahide Sonku, Refik KemalErduman /yapımcı: İhsan İpekçi,Kani İpekçi/ yapımcı: İpek Film / 1940 /Komedi /
29) ŞEHVET KURBANI :/ yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nazım Hikmet, Perley Poore Sheehan / görüntü : Cezmi Ar / müzik:Muhittin Sadak / oyuncular : Cahide Sonku,Necla Sertel , Nevin Akkaya, Gülseren Sadak, Ferdi Tayfur, Sait Köknar,Süavi Tedü , Kadri Ögelman, Cahit Irgat, Hadi Hün, Saim Bilge, Müfit Kiper, Kani Kıpçak, Muhip Arciman, Muhsin Ertuğrul / yapımcı: İhsan İpekçi,Kani İpekçi / yapımcı : İpek Film / Türkiye / 1940 / 1 saat 13 dakika /
30) NASRETTİN HOCA DÜĞÜNDE / yönetmen: Muhsin Ertuğrul, Ferdi Tayfur / senaryo : Burhan Felek /görüntü: Cezmi Ar / müzik: Sadettin Kaynak / oyuncular : Hazım Körmükçü,Necla Sertel , Muazzez Arçay, Şükriye Atav, Sami Ayanoğlu, Reşit Baran ,Reşit Gürzap, Sadettin Kaynak,Müfit Kiper , Müzeyyen Senar,Zati Sungur, Ferdi Tayfur / yapımcı:İhsan İpekçi,Kani İpekçi,/ yapımcı : İpek Film / Türkiye / 1940 /
31) KAHVECİ GÜZELİ / yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nazım Hikmet,Muhsin Ertuğrul / görüntü : Cezmi Ar / müzik: Sadettin Kaynak / oyuncular : Münir Nurettin Selçuk,Nevin Seval, Talat Artemel,Nezihe Becerildi, Muazzez Arçay, Behzat Butak, Avni Dilligil, Mümtaz Ener, Hadi Hün, Cahit Irgat, Kani Küçük, Hazım Körmükçü, /yapımcı:ihsan İpekçi,Kani İpekçi/ yapımcı:İpek Film / Türkiye / 1941 / 1 saat 22
32 ) KISKANÇ / yönetmen:Muhsin Ertuğryl / senaryo : Nazım Hikmet / görüntü : Cezmi Ar / oyuncular : Süavi Tedü,Fatma Urkan, Cahide Sonku, İ.Galip Arcan, Muhsin Ertuğrul , Nevin Akkaya, Fatma Andaç,Muazzez Arçay, Sami Ayanoğlu, Behzat Butak, Kani Kıpçak, Necla Sertel / yapımcı: İhsan İpekçi,Kani İpekçi/ yapımcı: İpek Film / Türkiye / 1942 /
33 ) YAYLA KARTALI / yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Necdet Mahfi Ayral,Faruk Nafiz Çamlıbel / görüntü: Yuvakim Filmeridis / müzik:Sadettin Kaynak / oyuncular : Hadi Hün,Cahide Sonku, Reşit Baran,Behzat Butak , Mümtaz Ener, Gülistan Güzey , Mahmut Moralı, Necla Sertel, Nevin Seval, Perihan Tedü, Suavi Tedü , Vasfi Rıza Zobu,Yaşar Özsoy / yapımcı: Fuat Rutkay/ yapımcı: Halk Film /Türkiye / 1945 /
34 ) KIZILIRMAK KARAKOYUN / yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Nazım Hikmet(Ercüment Er adıyla)/ görğntü : Yuvakim Filmeridis / müzik:Muzaffer Sarısözen / oyuncular : Nevin Seval,Perihan Yanal, Behzat Butak,Vasfi Rıza Zobu , Hadi Hün , Nafia Arcan,Reşit Baran, İsmail Dümbüllü, Mümtaz Ener, Mahmut Moralı, Kadri Ögelman / yapımcı : Fuat Rutkay / yapımcı: Halk Film / Türkiye / 1946 /
35) EVLİ Mİ BEKAR MI / yönetmen : Muhsin Ertuğrul / senaryo : Muhsin Ertuğrul / görüntü : Cezmi Ar / oyuncular : Heyecan Başaran, Fikret Hakan, Münir Özkul,Agah Hün,Suna Pekuysal, Kamuran Yüce, İbrahim Delideniz / Yapımcı: Doğan Kardeş Yayınları / Türkiye / 1951/Kısa Film / Renkli/ 17 dakika/
36) HALICI KIZ / yönetmen: Muhsin Ertuğrul / senaryo : Mebrure Sami Alevok,Vedat Nedim Tor/ görüntü : Cezmi Ar / müzik: Hasan Ferit Alnar/ oyuncular: Heyelan Başaran,Agah Hün, Handan Ertuğrul, Asuman Korad, Altan Karındaş, Müfit Kiper, Neriman Esen,İbrahim Delideniz,Viktorya Haçikyan, Mehdi Yeşildeniz, Kemal Tözem, Kadri Ögelman, Münir Özkul, Sadri Alışık,Şükran Güngör,Kamuran Yüce, Suna Pekuysal / yapımcı: Kazım Taşkent / yapımcı: Doğan Kardeş Yayınları / Türkiye/ 1953/ Renkli / 1 saat 27 dakika/
**********************************
0 yorum