SİNEMA TARİHİ-9

Size filmlerin ilginç sahnrelerini göstermek istiyorum.Ancak telif haklarına  takılıyorlar. Özür Dilerim. Ancak isminden bahsettiğim yönetmen ve filmlerini rahatlıkla İnternet üzerinden,genelde ücretsiz, bularak seyredebilirsiniz.Çok eski film kopyaları bile restore edilerek yenilendi. Bu sayede izlemek çok zevkli oluyor.

 

1930’dan sonra artık sinemada SESLİ DÖNEM  BAŞLADI.

1930-1939 arası TÜRK SİNEMASI’na bir Bakalım.

Sinema tarihçisi Nijat Özön ‘ün tarifine göre:

1- İlk Dönem (1910-1922)

2- Tiyatrocular Dönemi (1922-1939)

3- Geçiş Dönemi (1939-1950)

4- Sinemacılar Dönemi (1950-1970)

5- Genç/Yeni Sinemacılar Dönemi (1970 ve sonrası

 

Sinemayla birlikte Sansür de devreye girer:

1932 yılında ilk defa ‘’Sinema Filmlerinin Sansürüne ilişkin Yönetmelik’’ yayınlandı. Zaman içinde bu sansür,çeşitli dönemlerde eklemelerle çoğalacaktır.

1934’de Polis Ödev ve Selahiyetleri içine alındı.

1939’da ise ‘’Filmlerin ve Film Senaryolarının Sansürüne İlişkin Yönetmelik ‘’yürürlüğe girdi  .

Meraklıları bu yönetmelik,ve nelerin sansür edildiğini araştırabilirler.

 

Sanatsal açıdan ve işlevsel açıdan Türk sinemasına Hayat suyu olan MUHSİN ERTUĞRUL’dur.  1892-1979 ONUNLA  Tiyatrocular dönemi başlar.

Türkiye onu önce tiyatrocu kimliği ile tanıdı.Bu konuda çok özgün bir eğitim aldığı biliniyor. Ailesinin itirazına rağmen, 1911’de Paris’e gibiyor, COMEDIE FRANCAISE ve çeşitli tiyatro topluluklarının oyunlarını izliyor. Özellikle’de Rus’ların. Edebiyat ve Tiyatro dünyasının entelektüel çevresinde kendini yetiştiriyor. 1912’de İstanbul’da tiyatro yönetmen oluyor.,ve SHEAKSPEARE’in Hamlet’ini sahneleyip,HAMLET’i oynuyor. Bursa’da MİLLET TİYATROSU’nda bir çok eser yönetiyor.Bu arada Paris’te tanıştığı sinema’yla çok ilgileniyor.ve 1913’de Şehzadebaşında ERTUĞRUL Sinemasını açıyor. Film gösterilerinden önce sahnede kısa oyunlar oynayarak,seyirciyi Tiyatro-Sinema ikileminde buluşturuyor.

1913’de siyasi açıdan sınır dışı edilince ,yenidenParis’e gidiyor ve Paris Konservatuarına girmek için çok uğraşıyor, Jacques Copeau ve Andre Antoine çalışmalarına katılıyor.

1925 yılında Tiyatrosu kapandıktan sonra,SSCB’ye gidiyor. Moskova’da Tiyatro çalışmaları yapan NAZIM HİKMET’le çalışıyor.Bu çevrede Tiyatro ve Sinema dünyasında ki önemli kişilerle tanışıyor.sanatsal ve entelektüel bakış açısıyla tartışma ,sohbet ve söyleşilerde bulunuyor. EİSENSTEIN’la yakından çalışıp ,kurgu varsayımı sinemadaki görsel etkileri inceliyor ve öğreniyor. Rusya’da 3 film yönetiyor 1925 TAMILLA, 1926 SPARTAKUS,1926 BEŞ DAKİKA.

1927’de İstanbul’a dönünce İst.Belediye Şehir Tiyatroları SANAT YÖNETMENİ yapılıyor.1949’da ise DEVLET TİYATROLARI GENEL MÜDÜRÜ oluyor. Tiyatro’daki bu çalışmalarına paralel olarak, 1928’de İPEK FİLM’in kurulmasına öncülük ediyor. 1928 ANKARA POSTASI filmi çok başatrılı olunca ,İPEK FİLM’e  1941 yılına kadar 20  film yapıyor.

Türk yapımı ilk sesli filmler ona ait 1931 İSTANBUL SOKAKLARINDA ve BİR MİLLET UYANIYOR

İlk Renkli filmi yapmak yine ona nasip oluyor. ‘’1953 HALICI KIZ’’

 

1933 yılında SÖZ BİR ALLAH BİR filminde Cahide Sonku’yu oynatır. Peşinden çektiği NAZIM HİKMET’in senaryosu AYSEL,BATAKLI DAMIN KIZI filmi CAHİDE SONKU’yu Türk Sinemasının yıldızı yapar. AKASYA PALAS ve diğer filmler peş peşe gelir.

MUHSİN ERTUĞRUL’un  Tiyatro çalışmalarına gelince

Türkiye’de ilk kez, 1964 yılında Bertol Brecht’in   “Sezuan’ın İyi İnsanı” oyununu sahneye koydu . Shakespeare’ in 400. doğum yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde beş sahnede, beş Shakespeare oyunu sahneletmesi nedeni ile 1966 yılında gördüğü siyasi baskılar, kamuoyunda da tartışılan “Muhsin Ertuğrul Olayı” durumuna geldi.

İstanbul Üniversitesinde ‘’Tiyatro Eleştirisi dersleri’’ verdi.

1976’ya kadar tiyatro için adeta didindi. İç çekişmelere dayanamayıp istifa etti. 25 yıl boyunca Türk Sinema ve tiyatrosunu tek başına yönettiği için BU tiyatrocular dönemine MUHSİN ERTURUL DÖNEMİ  denilmektedir.

Bu dönem, 1940’lı yıllardan itibaren, yurtdışında eğitim gören gençlerin sinema alanına adım atışına kadar sürdü.   Ertuğrul’un Türk sinemasında yerli yüzler, mekânlar ve yerli film seyircisinin oluşmasında öncü katkıları vardır. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında bütün olanaklar ve yetkiler kendisinde iken, yaşanan gerçeklerin belgelenmemesi, belgesellerin çekilmemesi konusunda, geri dönüşü olmayan bir kaybın sorumlularından biri olarak eleştirilir.

 

Bakın GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK Sinema için ne demiş:

‘Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok, dünya medeniyetinin veçhesini değiştireceği görülecektir. Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini sevmelerini, tanımalarını temin edecektir. Sinema, insanlar arasındaki görüş, düşünüş farklarını silecek, insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz.’   M.K.ATATÜRK

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in kuruluşıu, ve İnkilapların filme alınarak,gelecek nesillere aktarılmasını çok arzular:  ŞÖYLE DER:

“Ben hayattayım… Millî Mücadele’ye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmem hâlihazırda mevcut olduğuna göre çağırdığınız anda bana düşen vazife ve görevi yapmadım mı? Böyle bir teklif karşısında kalsam memnuniyetle kabul eder, bir artist gibi filmde rol alır, hatıraları canlandırırdım. Bu, millî bir vazifedir. Çünkü Türk gençliğine bu mücadelenin nasıl kazanıldığını canlı olarak ispat etmek, hatıra bırakmak, ancak bu filmle mümkün olacaktır.”   ATATÜRK

 

1930’lar… Yönetmen(Kameraman) Cezmi Ar, başrolde Mustafa Kemal, film çekiyorlar. Cezmi Ar, Mustafa Kemal’e, tabii şöyle dur, böyle dur, diyemiyor ama diğer oyunculara şiddetle bağırıyor. Atatürk, “Gel Cezmi gel, burada başkomutan sensin. Ben bu işi bilmem. Önemli olan işin iyi çıkması. Bana da aynı şiddet ve hiddetle bağıracaksın.” Diyor

Cezmi Ar hayatının son günlerinde; “Ben bir daha asla böyle bir oyuncuyla çalışmadım.” diyecektir. Bir başka gün…

1937 yılının Ankara’sında, Çankaya Köşkü’nde Atatürk, yönetmen Münir Hayri Egeli ile bir film senaryosu üzerine konuşmaktadırlar. Senaryoyu Atatürk yazmış, adını da koymuştur. Filmin adı, “Ben Bir İnkilap Çocuğuyum” olacaktır. Filmi Münir Hayri Egeli çekecek, Atatürk de oynayacaktır. Ama artık ömrünün son yıllarıdır ve bu tasarısı gerçekleşemeyecektir.

KAYNAKÇA

ABİSEL, Nilgün, Türk Sineması Üzerine Yazılar, Phoenix Yay., 2005.

EVREN, Burçak, Türk Sineması, Türsak-Antalya Kültür ve Sanat Vakfı Yay., 2007.

ÖZTÜRK, Serdar, Erken Cumhuriyet Döneminde Sinema, Seyir, Siyaset, Elips Yay., 2005.

SCOGNAMILLO, Giovan­ni, Türk Sinema Tarihi, Kabalcı Yay., 1998.

 

SİNEMA SALONLARINA GELİNCE:

1938’den önce Almanlar Türkiye’ye altı tane sinema makinesi hediye etmişler. AEG marka.

Bunlardan biri Atatürk’ün talimatı ile Zonguldak Halkevi’ne hediye ediliyor.   ZONGULDAK’ta SİNEMAYI ANLATMAK İSTERİM:

ZONGULDAK’ta 1920’ye kadar olan dönemde Fransızlar muhakkak ki film gösterileri yapmıştı. Cumhuriyet’in ilanı ve Halk evlerinin  Kurulmasıyla, Zonguldak Halk Evi   1932’de şehrin merkezinde güzel bir bina komplex inşa edildi. 1935’de Halk Evi sinema gösterileri yapıyordu. Atatürk’ün hediye ettiği Makine ile) Sonraları İNCİ adını alacak olan sinemayı  (FERHAT ve TUFAN SEZGİN) kardeşler işlettiğini biliyoruz.

ALİ TEBER Ailesinin sinemayı devir almasıyla BELEDİYE SİNEMASI’ dediğimiz sinema en eski salondur.Genelde yabancı filmlerin gösterildiği bu salon bir kültür merkeziydi.. Çocukluğumda her hafta film izlemeye gittiğimiz sinema. Biz Zonguldak^lı gençlerin dünya’ya açılan penceresiydi.

Fakat bana göre Zonguldak’ta Ticari açıdan sinemacılığı başlatan HAKKI HİLALCİ’dır. Genelde Türk Yapımı filmler oynardı.ZEVK SİNEMASI Halkın sinemasıydı. çocukluğumda anılar bırakmış bir sinemaydı. Özellikle Hint yapımı AVARE filmi,haftalarca oynadı, matinelerde sinema önünde uzun kuyruklar olurdu. Dükkanımız,tam karşısındaydı. Plak satardık. Hoparlörden Necdet abi, Avare mu şarkısını caddeye yayınlardı.Sinemadan çıkan plak almaya dükkanda kuyruk olurdu. Her gün sandıkla taş plak geldiğini,pikap satıldığını gördükçe şaşardım.

 

Buradan Türkiye’ye Dönersek, Sinemanın merkezi İstanbul’da BEYOĞLU oldu.  Vizyona giren Filmlerin ilk Gösterimleri daima buralardaki sinemalarda oldu. Bu tarih aralığında yapılan önemli  ve tarihi sinemaların bazıları şunlardı:

CİNE PALACE ,diğer adı Aynalı Sinema ,1914’de Beyoğlu’nda açoldı.Bugün Akbank Beyoğlu Şubesi nin yeridir

 

 

SARAY SİNEMASI  1913 de GAMO adıyla kuruldu,1914 LUXEMBURG adını aldı,1930 GLORYA,1933’te SARAY SİNEMASI adını alır.Hakikaten  Saray gibi sinemaydı.  Türk Sinematek’ine de hizmet verdi. 1960’larda yeni kurulan Sinematek, Beyoğlu Mis Sokak, Şişli Kervan Sineması ve daha sonra Sıraselviler’deki uzun soluklu binasına geçmeden önce, hafta bir-iki gün akşam 18.30 seanslarında olmak üzere, burda klasik filmler sunmaya başladı.    Şimdi ise DEMİRÖREN AVM.

CINE MAGIC,1920’le Taksim Sıraselviler başında açıldı. Maxim Gazinosu diye tanırdık, Şu anda bir otel.

MELEK Sineması,sonradan EMEK adını aldı.1924’de açıldı. Cercle D’Orient binasında İPEKÇİ Kardeşler tarafından işletildi. Aynı bina içinde SÜMER Sineması (RÜYA)  adını alacaktı.Şimdilerde AVM’nin üst katına taşındı.

ELHAMRA SİNEMASI 1923’de ,Fransız Tiyatrosu adı verilen bina da Tiyatro salonu olarak yapılan onarımdan sonra, yeni sahibi tarafından sinema olarak açılır.Şimdilerde kapalı.

ALKAZAR SİNEMASI,1923 de Beyoğlunda açılmıştır. (2010 ‘da kapandı)

LALE SİNEMASI  1931’lerde varmış, şu anda bu sinema da yok oldu.

YALÇIN LÜLECİ’nin İstanbul ve Sinema makalesinden anladığımıza göre

ATATÜRK, İstanbul’a geldiğinde her fırsatta,Beyoğlu’nda film izlemeye gidermiş. 3 aralık1930 da WAGABOND KING filmini ELHAMRA’da seyretmiş.

GLORYA SİNEMASI’nda 23 Şubat1932’de THE CONGRESS DANCES(Lilian Harvey) filmini,ve 16 Eylül 1932’de REVOLTE DANS LA PRISON (Charles Boyer) filmlerini izlemiş.

22 Ocak 1932’de İngiliz’lerin GELİBOLU belgeselini OPERA SİNEMASI’nda seyrettikten sonra ,çıkışta sinema sahipleri ile sohbetinde neden seyirci çok az diye sormuş:  (Mehmet Rauf ve Cemal beyler)

Vergiler çok yüksek,bilet fiyatları çok yüksek.Bütün sinemacılar şikayetçiyiz … deyince ,Maliye Bakanı FUAT AĞRALI’ya vergilerin azaltılarak,bilet fiyatlarının düşlürülmesi için çalışılmasını önermiş,Vergiler azaltılmış.

 

Sinema salonları ve Sinema izleyicisi patlayınca, Dergi,Magazın, dedikodu haberciliği de patladı. Reklamlarla Artistler  Yıldızlaştırıldı. Asparagas haberler çok moda oldu.

Amerikan Hollywood sineması, reklamını çok iyi yapıyordu,Gişede rekor hasılat için ,seyircinin duygularına hitap eden  senaryoları filme çekiyorlardı. Western’ler,Komediler, pembe rüyalar , büyük prodüksiyonlar la ,hasılat rekorları falan, …..

Fransa’da ise sinema ciddi bir aydınlanma aracına dönüştü. 1936’da  FRANSA’da CINEMATHEQUE ,Paris’te kuruldu. Henri Langlois ‘nın çabalarıyla, Sinema ile ilgili ne varsa, Filmler,yazılar,belgeler arşivlenmeye başladı. Filmlerin ve yönetmenlerin tartışıldığı bir mekan oldu.

 

Bu gelişmelerinde başlangıcında,

usta bir Frasnsız  yönetmen  RENE CLAIR’i anlatacağım:

Fransa sinemasının ilk senarist yönetmenidir.Sessiz film döneminde ,komediyi fantezilerle süslediği  filmlerle meşhur oldu.İlk sesli filmlerinde ise yenilikçi bir üslup sergiledi. müzik ve şarkı ekledi.sesi gerektiği zaman kullanmayı tercih etti,senaryoyu daha görsel efektler,’’Slapstick’’ tavır ve hareketler ve kısa diyaloglarla anlatarak ortaya ilginç filmler çıkardı.Güzel fotoğraflar,iyi bir stüdyo çalışması,ve hareketli  senaryolar Rene Clair’in sinema karakterini oluşturur.

Rene Clair,Paris’te kurguladığı ilk filmlerinde bu şehri tatlı ve romantik bir ışık içinde gösterdi. 1925’’Paris qui dort’’. 1930’’Sous les toits de Paris’’ 1931’’A NOUS LA LİBERTE’’Fransa’nın ilk sesli filmlerinden biri oldu.Fransa’nın Nazi’ler tarafından işgalinin ardından Hollyood’a kaçtı ve başarılı bir kariyer yaptı.Daha sonra Fransa’ya bir kahraman olarak döndü.1960’ta ‘’Academie Francaise’’e seçildi (Fauteuil 19).

(Her yıl,Rene Clair sinema ödülü Academie Francaise tarafından verilmektedir)

A NOUS LA LİBERTE 1931

Yönetmenin en çok müzik kullandığı filmdir.Müzik ve şarkılar George Auric’in besteleridir.Filmin başında hapishanede, montaj hattında tahta oyuncak montajı yapan mahkumlar koro halinde ‘’La liberte c’est pour les heureux’’(özgürlük mutlu olanlar içindir)şarkısını söylerler. Yemekhanede yemek yerken bile montaj hattı benzetmesi vardır.

Filmin ilerleyen sahnelerinde gramofon fabrikasında montaj hattı görünür.bu filmin başındaki hapishane montaj çalışmasının aynısıdır(netice de işçilerde hapishane koşulları gibi özgür değildir)

Montaj esnasında oluşan gag ve aksamalar,daha sonraları 1936’da Şarlo’nun ‘’Modern Zamanlar’’da görülen montaj hattı çekimlerinin ilham kaynağı oldu.

 

Göze çarpan bazı filmleri:

1947 LE SILENCE EST D’OR  (SÜKUT ALTINDIR)

1952 LES BELLES DE NUIT  (GECE GÜZELLERİ)

1955 LES GRANDES MANEUVRES   (HİLELİ AŞK)

Bir Agatha Christie hayranı olarak,  RENE CLAIR’in Amerika da iken çektiği 1945(10 KÜÇÜK ZENCİ ) (And Then There Were None) romana gerçekten sadık kalınarak yapılmış bir filmdir.

 

AMERİKADA ise sinema Hollywood’un elinde,Kapitalist düzende çok para kazandıran bir araca dönüştü.  Westernler,komediler,pembe rüya filmleri derken, seyircinin Nabzına göre oluşan bir sinema.

Bu sırada Avrupa’da HİTLER ve NAZİ baskısı, Özellikle Almanya’da ve Fransa’da çok iyi yetişmiş yönetmenlerin AMERİKA’ya kaçması ile Holywood sineması’da fessefe ve sanatsal açıdan çeşitlenmeye başladı.

Bu dönemin önemli yönetmenlerinden biri de FRITZ LANG’tır.

FRITZ LANG, Avusturya kökenli bir Alman yahudisi, 1927 METROPOLIS filminden bahsetmiştim. Sesli döneme uyum sağlıyan bir yönetmen.

1931 M (bir şehir katilini arıyor)  Film Noir çalışması.

Bir Şehir Katilini Arıyor, çocuk katili üzerine bir dramdır. Ancak LANG bu filmle (film Noir)da ustalaştı. Oyuncu Peter Lorre bir yıldız oldu.Senaryoyu eşi Thea von Harbou ile birlikte yazdı.

1922 ‘’Dr.Mabuse,Der Spieler’’ ,1924 ‘’Die Nibelungen: Siegfried’’, 1927’’Metropolis’’,ve 1931 ‘’M’’ ve  çok tutulan filmleridir. Almanya’daki en popüler sinema adamı oldu.Fantastik ve korku filmlerinin yanı sıra cinayet ve dram filmleri de yaptı.

1933 yılında,iktidara yeni geçen Hitler METROPOLIS’i seyredince çok beğendi ve ‘’İşte bize gereken sinemacı’’ dedi.Propaganda Bakanı Gobbels,LANG’tan rejimin resmi sinemacısı olmasını istedi. (Alman Sinema Enstitüsü Başkanlığı)

Nazi’lerden kaçmak için Fransa’ya oradan da 1934 yılında ABD’ye göçtü..Hollyood’a yerleşti.

MGM’de çalışmaya başlayan yönetmen 20 yıl çok üretken Amerikan filmleri yaptı. 1950’de sinema endüstrisi krize girince,ve oyunculara karşı huysuzluğu bahane edilerek,pek iş bulamadı. Almanya’ya döndü son 3 filmini burada yaptıysa da hiç beğenilmedi.

 

1936 FURY,ÖFKE , Amerika’da yaptığı,Spencer Tracy’nin oynadığı Film Noir türünde önemli bir film.

1937 YOU ONLY LİVE ONCE (GÜNAHSIZ KATİLLER) Henry Fonda’nın oynadığı Film Noir türünde bir film.

1938 YOU AND ME (Sen ve Ben) , Film Noir

 

FRITZ LANG  ,(FİLM NOIR) (KASRA FİLM) anlayışını sinemaya yerleştiren yönetmenlerin başında gelir: BU NEDİR:

diğer filmlerin tam tersine karamsar, hayatı sönmüş, kaybetmiş  insanları, neden bize kahraman olarak anlatma gereği duyar? Gangsterlerin hakimiyeti, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, II. Dünya Savaşı, Avrupa’dan kaçan yönetmenlerin nazizm korkusu, Soğuk Savaş dönemiyle beraber komünizm korkusu gibi birçok toplumsal etken kara filmin temelini oluşturur. Suçun egemen olduğu gangster film, dışavurumculuk, şiirsel gerçekçilik, sürrealizm,  edebiyatı da kara filmi etkileyen sanatsal akım ve türlerdir.

öncelikle,  Hollywood suç filmlerini tanımlamak için kullanılan bir terimidir. Hollywood’un klasik kara film dönemi,  1950’lerin sonuna kadar uzanır. Bu dönemin az ışıklı, siyah beyaz çekilmiş kara filmleri, Alman Dışavurumcu sinemasından etkilenmiştir.

Klasik Kara Filmlerde hikayeler, Büyük Bulanım döneminde ABD’de ortaya çıkan  toplumsal sıkıntı ve suçlardan esinlenmiştir.

 

Gelecek video’da görüşmek dileğiyle iyi seyirler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kategoriler: Genel

0 yorum

Bir yanıt yazın

Avatar yer tutucu

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir